Emziren Anne Beslenmesi Nasıl Olmalıdır ?

Merhaba anne aramıza hoş geldin. 9 ay boyunca bugünü bekledin. Miden bulandı, kramplar girdi ayaklarına, bacaklarına, istediğin gibi yatamadın, uyuyamadın son zamanlarında… ve çektiğin sıkıntıların hepsinin son bulacağını düşündüğün o gün geldi. Aldın kucağına o minik mucizeyi. Tam ohh rahatladım diyecekken diyemediğini biliyorum. Bedeninle alakalı sıkıntıların hala geçmedi. Şimdi de dikiş yerlerin acıyor, emzirmeye çalışıyorsun ama bir türlü olmuyor, memen acıyor, çocuğu tutmayı bile daha anlayamadın. Evet çok haklısın bunların hepsi şu an senin için çok büyük sıkıntılar ama geçecek. Emzirmeyi, bebeğini doyurmayı öğreneceksin. Ona sarılmayı, dokunmayı, kucaklamayı ve belki de en önemlisi onu sevmeyi öğreneceksin. Tabi bu noktada senin psikolojini bozmak isteyenler hiç boş durmayacak.

Daha hastanedeyken başlayacaklar: “Bu çocuk aç! Doymuyor bu çocuk! Sütün geldi mi? Ayy kucağına alma sen böyle yaparsan hemen kucağa alıştırırsın. Bak sonra çok çekersin demedi deme.” Diye. Şimdi asıl en bombasını söylüyorum. Daha doğum yapalı 3 saat bile olmadan bir de derler ki “Aa karnın hiç inmemiş senin. Ne zaman inermiş karnın? Sanki bebek hala orda gibi.” Bu soruların bir sonu yok maalesef ama sen bil ki o karnın da inecek, o bebek de emecek, o kilolar da gidecek. Sen bu kiloyu 1 günde değil, 9 ay boyunca yavaş yavaş aldın ve verirken de doğru bir şekilde beslenerek, sütüne zarar vermeden belki 9 ay bile sürmeden verebileceksin.

Öncelikle ilk 6 ay önceliğimiz senin sütün. Yanlış uygulayacağın beslenme şekilleri süt üretimini azaltabilir hatta kesilmesine neden olabilir. 6 ay zayıflamak için herhangi bir rejim uygulanması doğru değil fakat sen bu süreçte hiç kilo vermeyeceğim o zaman diye düşünme. Çünkü sağlıklı beslendiğinde şişliğinin, ödeminin ve senin olmayan kiloların gittiğini göreceksin. Emziren annelerin en büyük yanlışı; sütünün artması için (yine etrafın baskısı sonucu) bol şekerli kompostolar, tatlılar gibi çok yüksek kalorili besinler tercih edilmesi. Halbuki sütünü arttırmak için bunlara hiç ihtiyacın yok. Gel sana nelere ihtiyacın olduğunu anlatayım. Yeterli su tüketimi: Su süt yapımında en önemli unsurdur.

Günlük 3 litre su mutlaka tüketmelisin. 8-12 bardak olarak da hesap edebilirsin. Bunu sadece içtiğin su olarak düşünme. Şekersiz komposto, süt, ayran gibi içeceklerle de sıvı ihtiyacının bir kısmını karşılayabilirsin. Sana ufak bir tavsiye emzirirken mutlaka yanında suyun olsun. Merak etme emzirirken su içersen çocuğun ağzına su fışkırmaz. Bu saçma düşünceyi daha önce hiç duymadıysan gerçekten çok şanslısın 😊 Yeterli kalori alımı: Sağlıklı bir anne günde ortalama 700-800 ml süt salgılar. Bu sütü üretmek için harcadığı kalori ortalama 750 kaloridir. Yani bu dönemde annelerin almaları gereken kalori miktarları artar. Beslenmene ek 300-500 kalori ek yapılması gerekirken geriye kalan 250 kaloriyi gebelikten kazandığın depolardan harcarsın. Yani bu dönemde emzirerek gebelik kilolarını verebilirsin. Ama çabuk sevinme. Öyle bir anda bütün kilolar gitmez tabi ki. Ayda 2 kilo ağırlık kaybı en güzeli. Fazlası yukarıda anlattığım gibi zararlı olabilir. Günlük aldığın kalori miktarı 1800’den az olmamalı.

Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında Sporda Türk Kadının Armağanı: Avrupa Voleybol Şampiyonluğu

Atatürk’ün başlattığı Cumhuriyet aydınlanmasının mihenk taşı Türk kadını kendine yakışanı yaptı ve Türkiye’ye A Milli takımlar düzeyindeki en büyük başarıyı getirdi. Kadın voleybol A milli takımımız Milletler Ligi şampiyonluğundan sonra Avrupa şampiyonu ve son olarakta Japonya’da düzenlenen Kadınlar Voleybol Dünya Kupasını da kazanarak sezonu üç kupa ile kapattılar. Bu şampiyonluklar, sportif bir başarıdan öte anlamlar taşımaktadır. Tarihi Avrupa şampiyonluğun Cumhuriyetin 100. yılında gelmesi anlamını daha da katlamıştır.

Biraz önce belirtildiği gibi bu şampiyonluklar sportif başarıdan öte anlamlar taşımaktadır. Önceki yıllarda yapılan yılın sporcusu ödül töreni konuşmasında takım kaptanı Eda Erdem’in ‘’Atatürkçü, adil kadınlara dönüşerek ülkemizi yukarı taşımaya katkımız varsa ne mutlu’’ ve şampiyonluk maçı sonrası soyunma odasında Voleybol Federasyon Başkanının

‘Şampiyon oldunuz ne istersiniz?’ sorusuna verdiği “Atatürk’ün sporcu kızları, ülkesi adına kazandıkları başarıyı pazarlık konusu yapmaz. Ne prim ister, ne de başka özel bir şey. 85 milyona yaşattığımız mutluluk bize yeter.” şeklindeki konuşmaları bu şampiyonluğun taşıdığı anlamı çok güzel açıklamaktadır.

Ülkemizi ileriye, modern milletler seviyesine taşımak, genç kızlara iyi rol model olmak, insanımızı mutlu etmek…

Bu şampiyonluk, toplumuza “aydınlığın karanlığı her zaman yendiğini”, “iyiliğin, kötülüğü galebe çalma gücüne sahip olduğunu”, “boş yapanların değil, çalışanların, emek verenlerin mutluluğu hak ettiğini” ve “insanlığın kazandığını” göstermiştir.

Bu şampiyonlukta rol alan kadınların, her geçen gün Cumhuriyet değerlerinin itibarsızlaştırıldığı, özgür düşünen, özgür yaşayan kadına tahammül edemeyen, onu malı, eşyası gibi görüp evine hapsetmeye çalışan, yobaz, maganda kültürünün giderek yaygınlaştığı, kadına yönelik şiddet olaylarının arttığı ve maalesef hak ettiği cezayı almadığı bir toplumdan çıkmış olması çok anlamlıdır ve geleceğe dair umutlarımızı artırmıştır. Evet bu toplumda böylesi kadınlar olduğu sürece Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.

Her üst düzey sportif başarıda olduğu gibi ebetteki bu şampiyonluk kolay gelmedi, tesadüfi de değildir. Yetenekli, karakterli sporcular, bilgili, etik değerleri olan antrenörler ve yöneticiler yanında tesisleşme ve altyapıdan itibaren oyuncu gelişimine imkan tanıyan bir sistemin varlığını gerektirir. Tüm bunlar da yıllarca çalışmayı gerektirir. Kadın voleybolunda böyle bir istemin kurulduğunu görüyoruz. Kadın voleybol milli takımının bu şampiyonluk hikayesinin de 2003 te başladığını ve 20 yıllık bir kararlı mücadele sonrasında ulaşıldığı söylenebilir. Bu 20 yıllık sürecin sonunda Rusya, Çin, Japonya, İtalya, Brezilya Sırbistan, Amerika Birleşik Devletleri, Polonya gibi üst düzey takımlara karşı adeta sahaya psikolojik olarak 1-0 geride çıkan ve her defasında kaybeden takımımız, Türk kadının azmi sayesinde elde ettiği gelişme ve başarılar ile adeta rakiplerinin sahaya psikolojik olarak 1-0 mağlup çıkar hale gelmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda da son Avrupa Şampiyonası ve Milletler ligi turnuvasında Sırbistan, İtalya, Polonya, Almanya, Hollanda, Çin, ABD, Kanada, Japonya kısaca dünyadaki tüm üst düzey takımları ya yenmiştir ya da yenebilecek noktaya ulaşmıştır. Bu Atatürk kadınlarının, Cumhuriyet kadınlarının başarısıdır. Gelecek yıl yapılacak Paris Olimpiyatlarında da başarılı olacaklarına inancımız tamdır. Çünkü muhtaç oldukları kudret onların asil kanlarında mevcuttur.

Sevinecek pek az şeyi kalmış bir milletin, insanlarını üst üste üçüncü kez sevindirdikleri, mutlu ettikleri için, genç insanlarımıza umut oldukları için, gelişmiş ülkelerden hemen hemen her konuda gerilerde olan Türkiye’nin mucizesi, dünya markası oldukları için, pek de layıkıyla kutlayamadığımız Cumhuriyet’in 100. yılında ilk büyük kutlamayı yaptırdıkları için başta Kadın Voleybol Milli Takımımızın tüm oyuncuları olmak üzere, teknik adamlarına, sağlık ekibine, malzemecisine, tüm ekibe, onları teker teker bulup yetiştiren tüm yöneticilere, antrenörlere, Voleybol Federasyonu’na, Türkiye’de kadın voleybolunu bir ekol haline getiren Eczacıbaşı, Vakıfbank ve Fenerbahçe spor kulüplerine, herkese ayrı ayrı teşekkürü borç biliriz.

Satış ve İkna Kabiliyeti

Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü mezunuyum.Uzun yıllar sağlık sektöründe halkla ilişkiler, idari işler, reklam satış, pazarlama ve kurum ilişkileri konularında yönetici olarak görev yaptım.Halen Ortadoğu Hastaneleri bünyesinde Lazeryum Estetik ve Güzellik Merkezlerinde Reklam Satış ve Pazarlama Koordinatörü olarak görev yapmaktayım.

Günümüzde pazarlamanın en önemli görevlerinden birisi ikna edebilmektir.Pazarlamada , müşterileri satışa hazırlama ve çekincelerini giderme çok önemlidir.Pazarlama müşteriye sizin söylemlerinizin doğru olduğunu kanıtlama yoludur. Marka ile müşteri arasında ki köprüyü sağlamlaştırır.

İkna Kabiliyeti

Bireyin bir düşünce , söylem, görüş ya da eylem tarzına inanmasını ve onu kabul etmesini sağlama kabiliyetidir.İkna kabiliyeti doğuştan gelen bir yetenek değildir.Bu yetenek öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir yetenek olarak tanımlanır. İkna kabiliyetine sahip kişilerin hem sosyal hem kişisel hayatlarında da başarılı oldukları görülmektedir.İkna kabiliyeti kişiye psikolojik bir tatminle beraber hem mutluluk hem de gurur duygusu sağlar.İkna edilen kişi karşı tarafın iyi niyetinden ve samimiyetinden asla şüphe duymamalıdır ki tam başarı ve süreklilik sağlansın. Satışta en önemli silahınız karşı tarafa geçireceğiniz güven duygusudur. Satış başarısı için de öncelikle karşınızda ki müşterinizi iyi analiz etmelisiniz.O an ihtiyacı olanı anlamak çekincelerini tespit etmek ve ayrıca müşterinizle aynı dili konuşmakta satış şansınızı artıracaktır.İkna kabiliyetine güvene kişiler satışlarında baskıcı bir tavıra da gerek duymazlar.Müşteriniz karşısında sakin kararlı kendine güvenen uslup ve tarzınız karşınızda ki kişinin ikna olma ihtimallerini yükseltir.

İkna Teknikleri

*Mantıklı açıklamalar, anlaşılır yalın bir dil, kabul edilebilir gerçeklere dayalı söylemler

*İhtiyacı anlama ve doğru şekilde yönlendirme

*Tutarlı, dürüst ve uyumlu olma

*Kibar, içten, net , samimi olma ve abartısız bir gülümseme

*Kanıt ya da örneklemeler gösterme

*Beden dilini iyi ve doğru kullanma

*Deneyim ve tecrübe

*Marka bilinirliliği

*Satmaya çalıştığınız ürün ya da hizmetin kişisel yarar sağladığına inandırma

*Müşterinizin kafasının karıştıracak söylemlerden kaçınma örn; yüzde elli elli,büyük ihtimalle öyledir,muhtemelen,öyle olmasını umarım gibi

*Satıcının görselliği

Yapay Zeka Teknolojileri Eğitimi

Prof. Dr. Özlem Yıldırım
Ankara Üniversitesi (AÜ) Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü
AÜ Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü – Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi

Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’ne bağlı olarak kurulan Yapay Zeka Teknolojileri Anabilim Dalı 2020-2021 bahar döneminde ilk öğrencileriyle buluşmuştur. Yapay zeka kavramı, hızla sosyal ve çalışma hayatına girmekte ve öğrenme tabanlı mekanizmalar verinin ve bilginin daha değerli kılınması için kullanılmaktadır.

Yapay zekâ çalışmaları ise, insanlara ait olan düşünme, yorumlama ve çıkarım yapma yetilerini bilgisayarlara kazandırmayı hedefleyen Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler ve Mühendislik temel alanlarında disiplinler arası gerçekleştirilen çalışmaların bütünüdür. Bu çalışmalar gelecekte ülke ekonomisi ve güvenliği ile ilgili unsurları
derinden etkileyecek ve insanların yaşamlarında köklü sosyolojik değişimlere yol açacaktır. Program her alanda, beklenen bu değişimleri destekleyecek yapay zeka ve öğrenme kavramlarını bilen, bu kavramları kullanarak çözümler üreten ve çözümleri uygulayarak fark yaratan uzmanlar yetiştirmek üzere kurgulanmıştır. Programın
temel amacı verinin önemli olduğu her sektörde veriyi anlayacak, işleyecek ve kıymetlendirerek veriden katma değer yaratacak uzman liderler yetiştirmektir.

Bu kapsamda yetiştirilecek uzmanların bilişim teknolojileri, yapay zeka milli ve yerli teknolojilerin geliştirilmesi, milli savunma sanayi ihtiyaçlarının karşılanması, yapay zekanın toplum üzerindeki etkilerinin anlaşılması, kamu yönetimi ve hukuk üzerine politikaların geliştirilmesinde ve ülke genelinde dijital dönüşümün gerçekleştirilmesinde önemli bir katkı sağlayacağı aşikardır. Ekonomik katma değer yaratılması ve dışa olan bağımlılığımızın azaltılması, yapay zekâ alanında ihtiyaç duyulacak araştırmacı ve iş gücünün yetiştirilmesi sağlık, ziraat, hayvancılık, eğitim ve ülkemiz için önemli olan savunma alanında sanayi işbirliği ile yenilikçi uygulamaların geliştirilmesi süreçlerinde yapay zekâ üzerine araştırma yürütülmesi, yapay zekânın beşeri hayat üzerindeki etki analizi yapılması, toplum tarafından en üst düzeyde kabul görmesi için etik, felsefi, sosyolojik ve hukuki araştırmalar gerçekleştirmesi ve hukuki altyapının oluşturulması hususlarında katkı sağlanması da programın başlıca amaçları arasındadır.

Y Kuşağı Çocukları

Prof. Dr. Erol Göka – Psikiyatri Uzmanı

Çinliler der ki: “Tuhaf bir çağda yaşayasınız” 1940’tan sonra doğan nesiller, en bedbaht nesillerdir. Bu çağı anlamazsak kaybolup gideceğiz. İnsanın sanallık alanındaki ilk keşfi aynadır. Sonra modernlikle birlikte fotoğraf makinesidir. Şu an sadece kendi görüntümüz değil tüm hayat adeta sanal dünyada klonlanıyor. Yetmiyormuş gibi istediğimiz sanal paketi, anında dünya’ya yayınlayabiliyoruz. Değişime ayak uydurmazsak, bu dünyayı anlayamazsak kayboluruz. Maalesef ilahiyatçılarımız yeterince çabalamıyor. Teknoloji, hayatı klonladı. Gerçek (reality), hakikat (turth) değildir. Kitleler, eskiden ideolojilerle uyutuluyordu. Şimdi zihinleriyle oynanıyor, gerçekler bu deniyor. Teknoloji ve Medyayı gerçek sanıyoruz. Yeni denizin balıklarıyız. Hızlı bir değişimle yüz yüzeyiz. Gençler, yeni dünyanın ev sahipleri, biz (1940- 1980 arasında doğanlar) muhaciriz, Suriyeliyiz. Ahlak kayboluyor.

Bu çağ insanın aşıldığı çağ. Post-human deniyor, insan bitti, insan-sonrasına geldik deniyor. Yapay zeka, robotlar insandan daha üstün görülüyor. Tıp’ta, biyo-teknoloji’de inanılmaz yenilikler var, yeni organlar yapılabiliyor. Trans-human tartışmalarında, biz biyoteknoloji sayesinde ve yapay zeka sayesinde yenilmeyen bir asker yapabiliriz deniyor. Post-human ve Trans-human kavramlarını bir yere not edin, yakında çok fazla duyacaksınız.. 20 senedir ölen Müslüman sayısına bakın. Batı bizi böcekten farklı görmüyor. Akılları yapay zekada, robotta. Bu dünya kötüye gidiyor. Gerçek, sanal, hakikat iç içe girdi. Savaş, savaş olmaktan çıktı. Cesarete ve insanın bilek gücüne dayalı savaş bitti. Zihnimizde görüntüler savaşıyor. Körfez savaşı olmadı diyen Jean Baudrillard bunları kast etti aslında.

Dünya savaşı, nükleer savaş olacaktır. Pakistan dahil, çok ülkenin elinde nükleer silah var. Sanal dünyadan da felaketler geliyor üzerimize. Sanal dünyada sen birilerini izliyorsun, birileri de seni izliyor. Mahremiyet hissimiz de değişiyor.

Kuşak çatışması kavramına eskiden inanmazdım. Gençlerin, her zaman yetişkinlerle sorunları olmuştur. Kılık, kıyafet, saç, dünyayı değiştirme istekleri hep çatışma getirmiştir tarih boyunca. Ama şu an gençlerle tarih boyunca görülenden çok farklıyız.

Şu an gençlere App kuşağı deniyor. App dedikleri, akıllı telefon ve cihazlardaki uygulamaların (application) kısaltılmışı. Her işini akıllı telefonda çözüyor artık gençler. Saatlerce akıllı telefonla uğraşırsan, gerçek insan ilişkilerinden uzak oluyorsun. Tuhaf bir nesil ortaya çıkıyor, hazır lopçu, çekingen. Bütün her şeyi biliyor havasında ama bilmeyen, tecrübe etmeyen bir nesil. Buradan İngiltere’de bir kursa yazılıyor, sertifikasını alıyor, gerçekten ne işe yarar bilmiyor, her şeyin havasını atan bir nesil.

Çocuklar artık evinden dışarı çıkmıyor. Ebeveynler, helikopter ebeveyn. Çocuklarını sürekli takip ediyorlar. App kuşağı gerçek arkadaşlık nedir bilmiyor, ilişkilerine yön veremiyor, çünkü insan ilişkisinde tecrübesiz, hep acemi..

Teknoloji erkek çocuklarını mahvetti. Bitik erkekler ortaya çıkıyor. Erkeklerin yaptığı, hava attığı her şeyi kadınlar, teknoloji sayesinde ellerinden aldı.

Amerika’da ve Kanada’da kadınlar daha çok okuyor ve çalışıyorlar. Erkekler evde oturuyor, karım bana baksın diyor. Amerika ileride savaşacak erkek dahi bulamayacak.

Pornografi erkekleri bitiriyor. Japonya’da da genç erkekler, kadınlardan hazzetmiyor, keyif almıyor. Bu nedenle onlara “otobur” kuşak deniyor. Genç erkek evinde oturuyor, alkol ve maddeden, video oyunları ve pornodan keyif alıyor.

Alkol ve uyuşturucu kullanımı, tüm dünyada özellikle Batı’da artıyor. Avrupa’da eroin kullanımı bizden 10 kat daha fazla. Uyuşturucu bilincimizi, şuurumuzu ortadan kaldırıyor, insanı insanlıktan çıkarıyor. Batı’da homoseksüel evlilik oranı da giderek artıyor, zaten evliliği artık sadece homoseksüeller savunuyor. İngiltere’de Yalnızlık Bakanlığı kuruldu.

Alkol bağımlılığı erkeklerde 5 misli daha fazla, pornografi 10 misli daha az. Erkek çocukları daha hareketli olmalıdır, erkeklik gidiyor.

Sık boşanan, sık evlenen bir dünya tablosu karşımıza çıkıyor. İngiltere’de yetişkin bir insanın evlilik sayısı 2,6 oranında deniyor.

Türkiye’deki şehirleşme ve site mimarisi, geniş aile, akraba ilişkilerine olumsuz katkı sağlamıştır.

Türk aile sistemini güçlü tutmalıyız. Aileden işe başlamalıyız. Yeni şehircilik anlayışına, yeni mimariye, anne babasına, engelli yakınına evinde bakma projelerine ihtiyaç var. İnsan meraklı bir varlıktır. İnsanlara sürekli yasaklar getirerek bir yere varılmaz. Doğruyu anlatmak, açıklamak, aydınlatmak lazım.

Motorsiklet ile Yük Taşıma

Prof. Dr. Berkant Özpolat
Göğüs Cerrahisi Uzmanı – Türk Motosiklet Federasyonu Bilim Kurulu Başkanı

Yazı dizimizin bu bölümünde motosikletlerimiz ile yük taşımada dikkat etmemiz gereken konuları Makine Mühendisi Tunç Sevin ile konuştuk. Faydalı olması ümidi ile…

Değerli Okuyucularımız, Motosikletlerde yük taşıma limitleri çok düşüktür ve özel şartlara bağlıdır. Trafikte emniyetli kullanım ile ilgili zorluklar ve bunun yarattığı riskler mevcuttur. Yanlış yüklenmelerde, yaralanmalar ve hatta hayati riskler meydana gelebilir. Dolayısı ile bu hususla ilgili usul ve kurallar doğru olarak belirlenmeli ve bunlara titizlikle uyulmalıdır. Bu söyleşide, can ve mal emniyetini arttırmak amacıyla, motosikletlerin emniyetli yük taşımaları için genel esaslar, yük taşıma ve sabitleme yöntemleri ve yüklü motosikletlerin kullanımı konusunda güncel bilgileri Tunç Sevin’e sorduk.

Sayın Sevin Motosikletlerde yük taşıma esasları nelerdir?

Özellikle uzun yol için tasarlanmış büyük motosikletler dışındaki diğer motosikletler genellikle yük taşımaya çok uygun değildir. Çünkü özellikle şehir içi kullanımı için tasarlanmış motosikletlerde yük taşıma ön sıralarda yer alan bir dizayn kriteri değildir. Bu tip motosikletler tasarlanırken, bir veya bazen de iki kişiyi kısa mesafelerde en düşük masrafla taşıyabilecek, kolay park edilebilecek, yoğun trafik içerisinde zahmetsiz yol alabilecek şekilde küçük, hafif ve düşük güçlü, düşük hacimli motora sahip olarak düşünülürler. Ancak yine de bir takım usuller e azami dikkat etmek şartı ile bu motosikletlerle de hafif ve küçük yükler taşınabilir.

a) Taşınacak olan yük ve sürücü ağırlığı toplamı, motosikletin kataloğunda verilen maksimum yük değerini aşmamalıdır. (Yük yerleştirilirken motosikletin ön ve arka
süspansiyonlarının ve lastiklerinin yük taşıma değerleri aşılmamalıdır).

b) Taşınacak yük sürücünün hareket sahasına girmemeli, dengesine, sürüş hareketlerine ve görüşüne mani olmamalıdır.

c) Taşınacak olan yük motosikletin ön-arka ve sağ-sol ağırlık dağılımına olumsuz etkide bulunmamalıdır.

d) Taşınacak olan yük motosiklet üzerine veya çanta içlerine sabitlenmeli, sürüş esnasında hareket ederek motosikletin ağırlık merkezini etkilememeli, dengesini bozmamalıdır.

e) Motosiklette canlı hayvan taşınmamalıdır.

f) Taşınacak olan yük, sürücü ve trafikteki diğer araç ve yayalar için risk oluşturmamalıdır. Keskin kenarlı, çıkıntılı yüklerin sürücü veya çevrede bulunan yayaların yaralanmasına sebep olabileceği ve trafikteki araçları çizerek zarar verebileceği göz önüne alınmalı, bu tip yükler kesinlikle taşınmamalıdır. Boya, sıvı yağ, sıvı
gıdalar gibi dökülmeye veya damlamaya müsait akışkan malzemeler de kaplarının basınca dayanamayarak açılması, delinmesi veya kabı ile birlikte yola düşmesi gibi sebeplerle diğer araç ve yayaların üzerine sıçrayarak zarar verebilir, yolu kayganlaştırarak kazalara sebep olabilirler. Mazot, benzin, tiner gibi patlayıcı veya parlayıcı sıvı yükler, motosikletin motor gövdesi, egzoz gibi ısı ür eten aksamının üzerine dökülerek yangın riski yaratabilir, yola dökülmeleri halinde çok tehlikeli durumlara yol açabilirler. Bu ve benzeri yükler de motosikletle taşınmamalıdır.

g) Motosiklet üzerinde taşınan yükler derli toplu olmalı sarkan veya sallanan kısımları olmamalıdır. Yüklerin sarkan veya sallanan kısımları sürüş sırasında motosikletin ön ve arka tekerlerine, zincir, şaft, fren diski gibi hareketli parçalarına dolanarak çok ciddi kazalara sebep olabilirler. Ayrıca yine bu kısımlar motosikletin motor gövdesi, egzoz gibi ısı ür eten kısımlarına dokunarak alev alabilirler.

h) Yük taşınacak motosikletin bakım ve kontrolleri diğerlerine oranla daha sık yapılmalı, özellikle süspansiyon ayarları ve lastik basınçları, üretici kullanım kılavuzunda tarif edildiği şekilde taşınacak yüke göre düzenlenmelidir. Kullanım kılavuzunda bu bilgiler mevcut değil ise, üretici veya yetkili servis ile temas kurularak bu değerler talep edilmelidir.

i) Yük taşınan motosikletlerde en yüksek hız değeri izin verilen değerin en az %20 altında olmalı, şerit değiştirme ve viraj girişlerinde ilave yükün yarattığı limit eksilmesi dikkate alınarak maksimum tedbirli olunmalıdır.

j) Motosiklette taşınan yükün kaza halinde yaratabileceği riskleri minimuma indirecek yerleşim ve bağlama tedbirleri alınmalıdır.

k) Motosiklette taşınan yükün zarar görmesini engellemek için özellikle yağmurdan koruyucu tedbirler alınmalıdır.

l) Motosiklet üzerinde yük taşınmasında emniyet kurallarına uygun kapalı çanta veya sağlam tasarlanmış kutu benzeri gereçler tercih edilmelidir.

Yük nasıl taşınır ve sabitlenir?

1. Kancalı Strip Lastikler, Esnek Fileler: Bu tip sabitleyiciler, yüklerin, motosikletin arka yolcu selesi, yakıt deposu üzeri, arka çamurluk üzeri, metal taşıma ızgarası gibi kısımlarının üzerine sıkıştırılıp sabitlenerek taşınmasını sağlarlar. Küçük ve hafif yükler için kullanılırlar.

2. Sırt Çantaları: Sürücünün sırtına bağlanan ve bu iş için tasarlanmış çantalar, pratiklik açısından avantajlar sunmaktadır. Ayrıca sırt çantaları, yükün motosikletin ağırlık merkezini etkilemeden taşınmasını da sağlarlar.

3. Yakıt Deposu Üzerine Bağlanan Çantalar: Motosikletin ağırlık merkezini koruma açısından idealdir. Bu tip çantalar, kaza halinde risk yaratmamaları için deri, kanvas gibi yumuşak malzemeden üretilmiş olmalıdır. Genişliği yakıt deposundan fazla olmamalı, yüksekliği sürücünün görüşüne, kullanma hareketlerine mani olmayacak şekilde ve genişliği ile orantılı olmalıdır.

4. Arka Yanlara Bağlanan Taşıma Çantaları: Bu tip taşıyıcılar motosikletin ağırlık merkezini alçak tutmaları açısından idealdir. Ancak çantalar ve kutular motosiklete bağlanırken bunların ağırlık merkezlerinin arka teker ekseninin önünde kalmalarına dikkat edilmelidir. Aksi halde arka teker ekseninin gerisine etki eden ağırlık, motosikletin ağırlık merkezinin arkaya kaymasına ve bu sebeple arka teker üzerine düşen yükün aşırı artmasına, ön teker üzerine düşen yükünse normal hale göre azalmasına sebep olur. Motosiklet dengesindeki bu bozulma özellikle yokuş yukarı sürüşte ve kalkışta ön teker yönlendirme kontrolünün kaybolmasına sebep olarak tehlikeli durumlara yol açar. Motosikletin iki yanına simetrik olarak bağlanmalı ve yüklerken iki tarafa eşit ağırlıkta yük konulmasına dikkat edilmelidir.

5. Top Case’ler: Bu taşıyıcılar sunabildikleri yüksek hacimle nispeten büyük yüklerin taşınabilmesine imkan verirler. Ayrıca üstten açılabilen kapakları sayesinde de yükleme ve boşaltma kolaylığı sağlarlar. Ancak yüksekte konumlandıklarından motosikletin ağırlık merkezini yükselterek denge kabiliyetini ve viraj emniyetini düşürürler. Ayrıca motosikletin aerodinamik özelliklerini de kötü yönde etkilerler. Bu tip taşıyıcılara sahip motosikletler özellikle yan rüzgarlardan çok fazla etkilenirler. Bu tip kutuların tasarımı üretildiği malzemenin uygun kalınlıkta tasarlanması ile sağlam ve homojen yapıda olmalı, içerisinde veya dışında metal profiller içeren destek konstrüksiyonu bulunmamalıdır. Çünkü kaza halinde metal profiller sürücü ve etraftaki yayalara saplanarak ölümcül yaralanmalara sebep olurlar.

6. Treyler Tipi Taşıyıcılar: Bu tip taşıyıcılar, motosikletin arkasına bağlanan römorklardan oluşurlar. Oldukça büyük ve ağır yüklerin taşınmasını sağlarlar. Çekme hareketini arka tekerin orta eksenine monte edilen aparatlar dan aldıklarından motosikletin ağırlık merkezini etkilemezler. Ancak arkaya monte edilen römorkun hareket halindeki dinamik etkileri, virajlarda römorktan kaynaklanan merkezkaç kuvvetinin arka teker eksenine etki etmesi ve yüksek hızlarda römork tekerlerinin ürettiği jiroskopik kuvvetler ve buna bağlı devrilme riski yüzünden sürüş dinamiğinde önemli bozulmalara sebep olabilirler. Bu sebeplerle hiçbir motosiklet üreticisi bu tip taşıyıcılara onay vermez, bu tip taşıyıcıların kullanılmasından doğan hasar ve arızaları garanti kapsamına almaz.

Sayın Tunç Sevin’e verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz. Baharın geldiği bu mevsimde motosikletlerimizin bakımlarını ihmal etmeden trafiğe çıkmanızı ve güzel günlerde kazasız sürüşler yapmanızı diliyorum. Tekeriniz düz bassın.

 

Hayvan Sevgisi ve Sokaktaki Dostlarımız

Kevser KİŞİN

Birçoğumuz çocukluğumuzu düşündüğümüzde aklımıza, mahallemizdeki ya da köyümüzdeki kedi ve köpekler de gelir. Sanırım hepimizin sevgili dostlarımızla anıları vardır, öyle ki, önceden “mahallemizin kedisi, mahallemizin köpeği” diye bir tabir vardı bir nesil bunu çok iyi hatırlayacaktır. Herkesin, artan yemekleri ile beslediği, çocukların onlarla oyunlar oynadığı, büyüklerin geçip giderken başlarını okşadıkları kedileri ve köpekleri vardı… Günümüzde, şehirleşme ve nüfusun artmasına bağlı olarak doğal yaşam alanları ve parkların azalması, mahallelerin sokakların yerini alan site blokları, plazalar, betonlaşmanın artması, günlük hayatın telaşında unuttuğumuz komşuluk ilişkilerimiz, sosyal bağlarımız, yardımlaşma geleneğimiz bizleri etkilediği kadar sokaktaki dostlarımızı da ne yazık ki olumsuz etkiledi.

Ülkemizde, sokak hayvanlarına yardım hizmetleri her ne kadar belediyeler tarafından yürütülüyor olsa da belediyelere bağlı bulunan barınak sayısının ve bu barınakların imkân ve kapasitelerinin azlığı gibi sebeplerle bu tür hizmetlerin yetersiz kaldığını maalesef biliyor ve görüyoruz. Yani mesela, bir ya da birkaç köpekten rahatsız olup korktuğumuzda belediyenin bu konudaki hizmetlerinden yararlanmak adına, köpeklerin belediye barınaklarına alınmasını talep ediyoruz ya, emin olun aslında o an onlar için çok da iyi bir şey yapıyor olmuyoruz. Çünkü ne yazık ki barınaklar kapasitesinin çok üstünde kedi ve özellikle köpek alarak bu çaresiz ve tek derdi karnını ve yavrularını doyurmak olan canlara tam anlamıyla bakamıyor. Çözüm, onları toplumdan ve doğadan tecrit ederek küçük kafeslere kapatmak, hastalıktan ya da yetersiz beslenmeden ölmelerini ve böylece onlardan kurtulmayı sağlamak değil, çözüm öncelikle onlara sevgiyle yaklaşmaktır. Kaçış yolunun değil çözümün ortağı olmak en güzelidir, “gelip bunları barınaklara kapatın” diye değil, sayılarının kontrol altına alınmasını sağlamak için kısırlaştırılmalarının ve aşılanıp küpelenmelerinin yapılmasını sağlamak, yine gerekiyorsa barınak koşullarının güzelleştirilmesi, barınakların kafesler şeklinde değil onların da serbestçe koşup oynayarak yaşayabilecekleri bir alan olmasını talep etmek için belediye ile görüşmektir çözüm. Bir ağacın kenarında bir çöpün yanında, onlara bir kap su bir kap yemek koyabilsek eski zamanlardaki gibi, o sevgili dostlarımız da bizlere kendini sevdirecek hatta mahallemizi hırsızlardan bile koruyacaklardır.

Çocuklarımız hayvan sevgisini tadarak büyüyecek ve bunu doğal yaşamlarından binlerce kilometre uzaklaştırılıp yapay alanlara kapatılmış hayvanat bahçesi vahşi doğa hayvanlarına uzaktan bakarak değil, hayatının her evresinde her yerde karşılaşacağı ve beraber yaşamak zorunda olduğu, bizlerin evcilleştirdiği türlerle yani sokak hayvanları ile; kediler köpekler güvercinler serçeler ya da köydeki hayvanlar ile belki kaplumbağalar kurbağalar ördekler kazlar tavuklar ile öğreneceklerdir. Onları inciterek, kovalayarak, korkarak ve korkutarak değil, besleyerek, yavrular büyüterek, onların hayatlarını kurtararak, onlarla oyunlar oynayarak, başlarını okşayarak öğreneceklerdir.

Sokak Hayvanları İçin Ne Yapabiliriz?

Temel ihtiyaçları olan barınma ve beslenme ihtiyaçlarını bizim yardımımızla karşılayabilmeleri açısından onlar için yapabileceklerimiz aslında çok basit. Unutmayalım ki onlar da yüzyıllar önce vahşi, doğada kendi kendine avlanan, kendi kendine yeten canlılarken bizler onları evcilleştirerek, şehirleşme ile alanlarını daraltarak, bizlerin yardımı olmadan yaşayamayacakları bir duruma getirdik.

Yazının devamı Ocak 2020 sayımızdadır.

Kardeş Azerbeycan’ın Rüzgarlar Şehri: Bakü

Prof. Dr. Serdar Günaydın

Dünyada belki de kendinizi öz vatanınızda, evinizde hissedebileceğiniz şehir neresi derseniz Bakü’yü tek geçin. Geçmişle geleceğin birbirine nispet yaptığı ışıklar arasında kaybolacağınız tertemiz sıcacık bir yuva.

Şehrin en büyük özelliklerinden birisi “rüzgar”. O yüzden şehre “Bad-ı Küba” yani “rüzgarlar şehri” deniliyor. Bakü adının da, bu kelimelerin başındaki bölümlerden oluştuğu söyleniyor. Azeri kardeşler alışmışlar belli ki ama biz turistler bu rüzgârı hemen hissedebiliyoruz ilkbaharın ortasında bile. Hele Hazar denizi kıyısında yürürken. Yazı çok nemli ve sıcak kışı da çok soğuk olduğundan bahar aylarını öneriyoruz ziyaret için.

Yapılan arkeolojik araştırmalarda şehrin kuruluşunun MÖ.3 ile 1. bin yılları arasına kadar uzandığı tespit edilmiş. Ancak yine de şehrin tam olarak ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor.

5-6. yüzyıllara ait “Sasani hazinesi” yine aynı dönemlerde burada yaşam olduğunun kanıtı. Aynı dönemlerde, şehrin: Bağavan, Ateş-i Bakvan olarak isimlendirildiği söyleniyor.

Arap kaynaklarında, 10. yüzyılda şehrin ismi “Bakuye, Baku” olarak geçiyor. 15. yüzyıla ait Rus kaynaklarında ise, şehir “Baka” olarak tanınmış. Azerbaycan SSCB yıkıldıktan sonra 1991 yılında tam bağımsızlığına kavuşmuş. 2003 yılında Haydar Aliyev’in vefatı ile göreve gelen İlham Aliyev halen Cumhurbaşkanlığını sürdürüyor.

2000’li yılların başından itibaren ise şehirde inanılmaz bir gelişim ve değişim görülmekte. Yeni altyapılar, binalar ve tesisler, şehrin hızlı gelişiminde büyük etki yaratmış. 21. Yüzyılda çağdaş ve modern bir dünya kenti artık Bakü. 3 milyona yaklaşan nüfusu ile tüm ülkenin üçte birine ev sahipliği yapıyor.

Şehir sahip olduğu zenginliklere rağmen çok mütevazı ve sıcak. Azeri, Rus ve Türk kültürlerinden esinlendiği tüm sokaklarda görülebiliyor. Tüm caddeler son dereceli güvenli. Türk’leri (Türkiye Türk’lerini) beklendiği gibi çok seviyorlar. O kadar ki bizimle konuşurken anlayabilelim diye özel ihtimam gösteriyorlar. Bir süre sonra zaten dile alışıyorsunuz. “Tek millet iki devlet” lafı kesinlikle doğru. Eğer yanlışlıkla “biz Türkler” filan diye cümleye başlarsanız “İstanbul’dan gelen Türkler” olarak düzeltirler unutmayınız.

Bakü’de ilk görmeniz gereken yerlerden biri ‘’İçeri Şehir’. Orta Doğunun en eski meskenlerinden biri. Alçak katlı taş evleri, yerleri taş döşeli daracık sokakları, tarihi yapıları ile sanki açık hava müzesinde geziyormuşsunuz gibi. ”Şirvanşahlar sarayı” ve ”Kız Kalesi”ni (Qız Qalası) ayrıntılı gezilecek yerlerden. İçeri şehir aynı zamanda hediyelik eşya almak için de en uygun yer.

Biraz dışarı yürürseniz karşınızda ‘’Deniz kenarı Milli Parkı’’ olarak adlandırılan Bakü Bulvarı. Bulvar büyüklüğüne göre Avrupa’da ikinci sıradaymış. Yol boyunca büyük AVM’ler, eğlence parkı, halı müzesi, müzikal havuz, çeşitli heykeller ve yat kulübü yer alıyor. Başka ülkelerden getirilmiş dekoratif ağaçlar ve çeşitli bitkilerle süslenmiş. Bulvarı boydan boya gezebilmek için trafiğe kapalı alanda trenler bulunuyor. Şehri daha iyi görebilmek için Hazar Denizi sahilinde tekne turu da yapabilirsiniz. Bulvarın sonlarına doğru, “Bayrak Meydanı” dünyanın en uzunu rekorunu kırarak Guinness’in Rekorlar kitabına giren bayrağı taşıyor. Bayrak direğinin yüksekliği 162 metre, genel kütlesi 220 ton, ölçüleri yaklaşık bir futbol sahasının büyüklüğü kadar. Geceleri ışık gösterileri ile güzelleşen “Alev Kuleleri” ve “Televizyon Kulesi” de bu bulvardaki özel yapılardan. Tamamı LED ekrandan ibaret olan, 190 m yüksekliğindeki kuleler, Bakü’deki en yüksek bina olarak alev şeklinde inşa edilmiş ve şehrin en uzak noktasından bile görünebiliyorlar. Yüksekliği 310 m olan Televizyon Kulesi de gece ışıklandırılması ile Bakü manzarasını güzelleştiriyor.

Hazar denizi kıyısında biraz doğuya doğru ilerlerseniz Şehitler Hiyabanı’na çıkan bir fünüküler göreceksiniz. Azeri Şehitliği ve 1918 Kafkas Harekatında önce Bakü’ye girerek Azerbaycan’ı sonra Karabağ ve Dağıstan’ı düşman işgalinden kurtaran 1130 Türk şehidi anısına dikilen anıt mezarları ziyaret edebilirsiniz.

Kent için tam bir sanat merkezi denilebilir. Müzik, opera salonları, sergiler, heykeller, anıtlar yılın hemen her döneminde yaygın olarak devam etmekte. En önemli merkez ise muhteşem bir şekilde tasarlanmış “Haydar Aliyev Kültür Merkezi”. 2007 yılında dünyanın en ünlü kadın mimarlarından Zaha Hadid tarafından tasarlanmış. İçinde konser salonu, konferans salonu, müze, kütüphane, sanat galerileri ve Haydar Aliyevin Müzesi bulunmakta. Dış görünümü ile de dikkat çekmekte. Kültür Merkezinin dış kaplaması 15.000 adet birbirinden farklı panel kullanılarak dalgalı şekilde yapılmış. Çevresi kocaman yeşil bir alandan, yapay gölden, değişik yapılardan oluşuyor.

Azerbaycan mutfağı Türk mutfağına çok yakın olduğu için yemek seçmekte zorlanmazsınız. Özellikle de yemekleri Güney Anadolu ve Doğu Anadolu tatlarına yakın. Çeşitli pilavları, yaprak dolması, patlıcan dolması, düşbere, lüle kebab, tike kebab, havyar, köfte bozbaş, çeşitli börekleri (qutabları), salata çeşitleri, baklavaları, değişik reçelleri yemeden dönmek olmaz. Reçellerden özellikle goz reçelini (ceviz), dut, malina (frambuaz) ve gilas reçelini (kiraz) tatmanızı öneririz. Otantik tatlar için Firuze, Mangal, Gazmag, Tongal, Nakçivan, Sahil restoranlarına gidebilirsiniz. Deniz kenarı bir yer olsun, denize de girebileyim diyorsanız biraz merkezden uzaklaşmanız gerekecektir. Pek çok restoranda dans ve müzik gösterileri de oluyor.

Bizce en geçerli ziyaret nedenlerinden biri de Formula-1 yarışları. Bakü son yıllarda F-1 için ev sahipliği yapıyor. Bir taşla pek çok kuş vurmak mümkün.

Türkiye’den Bakü’ye uçakla yılın her günü İstanbul’dan, haftanın belirli günleri Ankara’dan, sadece yaz ayları Antalya’dan, İzmir’den ve Bodrum’dan gidilebilir. Türk vatandaşları için havaalanında 10 dolar karşılığında 2 aylık vize veriliyor. Yeşil pasaportu olanlar için vizesiz 3 aylık kalma izni var. Havaalanından çıkışta adresinize gitmek için taksiler mevcut. Merkeze gitmek istiyorsanız 20-25 manat yeterli. Oteller hemen her bütçeye hitap edebiliyor. Son derece lüks ve temiz.

Kendinizi yabancı bir ülkede hissetmeyeceğiniz, farklı bir şehir, tarih ve kültür görüp nefis yemekler deneyimleyeceğiniz, kısa ve yorucu olmayan bir gezi için Bakü hemen yanımızda.

Sokak Lambasının Işığı Yüzüme Vuruyordu

Buket Yücel Altan

Karanlık düşmüş, taş binalar arasındaki dar sokağı aydınlatan sokak lambaları yanmıştı. Gündüz geçtiğim sokaktaki mimari taşların akı turuncuya bürünmüş sanki başka bir sokak olmuştu. Sokak lambalarının etrafındaki ışıktan hâlenin sarısı gecenin karanlığında dağılırken renk değiştiriyor, turuncudan kırmızıya siyaha akıyordu. Mardin’in bu dar sokağında sadece gece olmamış, ışığın etkisiyle günler, yer, şehir ve düşüncelerim değişmişti.

Enis Batur Ada Defterlerine aldığı notlarda buna benzer bir duygudan bahseder. Heybeli’de kaldığı dönemlerde Burgaz’ın ucundan güneşi batırmıştır. Güneş batışının renklerine kapılmış ilerler: ‘Bir at geçti yanımızdan. Nizam’da sokak lambaları yandı. Denizi tarayan hafif rüzgar kesildi birden. İskeleye doğru inerken bir mevsimin değil bir dönemin kapandığı duygusuna kapıldım.’

Gece, sokak satıcıları için yol, bereket, rızk kapısıdır. Bozacının yavaş yavaş yaklaşan sesi duyulur. Sıcak evinizin kapısını açıp kapınıza kadar gelmiş bozadan alırken, kapınızı kapatana kadar, gecenin soğuğu iliklerinize işler. Sonra bozacı sokak lambası ışığında uzaklaşan sesiyle yoluna devam eder. Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanının kahramanı Mevlut da sokaklarda boza satmaktadır: ‘Ekim ayından itibaren her akşam boza satmaya başladı. Boza satarken geceleri sürekli yürüdüğü için gözünün önünden güzel resimler ve tuhaf düşünceler geçiyordu. Bazı mahallelerde geceleri tek yaprak kımıldamadığı halde ağaç gölgelerinin kıpırdadığını, sokak lambaları kırık yada sönük olan mahallelerde köpek çetelerinin daha cesur ve kabadayı olduğunu, elektrik direkleri ve kapılara yapıştırılan sünnetçi ve dersane ilanlarının son heceleri arasında kafiye olduğunu o günlerde keşfetti.’ Ve Bozacı Mevlut sokak lambaları ışığında İstanbul gecelerinde gezindiğinde, aslında kafasının içinde gezdiğini farkına varır.

Venedik’de pembe camlı gösterişli sokak lambaları gece bir arada uyuklayan gondolların üzerinde yanar. Suyun oynayışlarıyla birbirine değerek bir piyanonun tuşları misali ahenkli müzik oluşturan gondolların her hareketiyle ışık yer değiştirerek saatlerce seyredilirken başka ve çok güzel bir diyarda olduğunuzu kanıtlamaktadır. Joseph Brodsky, Venedik üzerine denemelerinde bu sihirli şehrin ışıklarla oyununa takılır: ‘İki ucu da sonsuzlukla kırpılmış bir köprü, suyun simsiyah kavisi üzerinde kemer oluşturuyordu. Yabancı diyarlarda, geceleri son sokak lambasıyla çıkagelir sonsuzluk; buradaki de yirmi metre ötemdeydi işte çıt çıkmıyordu.’ Harf Tamircisi Mehmet Uhri ‘Saklı Hayatlar’ kitabında sokak lambasını konuşturur. Etrafında çocukların oynadığı, kedilerin gezdiği, ışığının altında muhabbetlerin edildiği, tavla oynandığı gecelerin yavaş yavaş tükendiği sokaklar tenhalaşmış insanların televizyon başından ayrılmadığı geceler başlamıştır. Sokak lambası karşısındaki atkestanesiyle yalnız kalmıştır. Derken iş makinaları gelir. Artık sokakta yeni siteler yapılacaktır. Sokak lambasının elektriği kesilir. Karşısındaki atkestanesini keserler. Sokağın sıcaklığı ışığı sönmüştür. Evin içinden görülen sokak lambalarının ışığı zamana açılan bir kapı etkisi oluşturur. Orada karanlıktan doğan ışık, mutluluk, umut, henüz yaşanmamış bir sevinç, henüz duymadığımız güzel bir haber gibi bekler. Hepimizin sokağında bir sokak lambası yanar. Işığı yüzümüze vuran. Işığını görmüyorsak o an, biliriz ki artık güneş doğmuştur.

Ekim 2018 Ankara

Moğolistan’a Yolculuk

Bağışçılarımızın emanetlerini yüklendik. Kurbanlarını kesmek üzere ata yurdu topraklara uçuyoruz. Kurban bayramını oradaki Kazak Müslüman kardeşlerimizle geçireceğiz. Yüzelli hisse Kurban kesip, yoksul Müslüman kardeşlerimize dağıtacağız. Onlarla birlikte bayram namazı kılıp bayramlaşacağız.

Ulan Batur başkent. Ülke nüfusunun neredeyse yarısı burada yaşıyor. Moğolistan Türkiye’nin 2 katı büyüklükte 1,5 milyon kilometre karelik bir alanı yayılmış kocaman ülke. Ülkenin tek asfalt piste sahip havaalanı Cengiz Han burada.

Türk Hava Yolları yolda gidişte ve dönüşte Bişkek’e uğruyor. Uçuş süresi yaklaşık 10 saat.

Yıllardır bize Moğolistandaki yardım faaliyetlerimiz için rehberlik yapan Rehberimiz bizi havaalanından aldı ve birkaç gün misafir kalacağımız otele götürdü.

Ulan Bator’da birkaç gün kaldık

Kızıl Kahraman anlamına gelen Ulan Bator’da bir şöför ve rehber eşliğinde gezmemiz işimizi kolaylaştırdı. Ulan Bator’un doğusunda bulunan ancak araçla gidebileceğiniz dev Cengiz Han heykelini ziyaret ettik. Cengiz Han gibi giyindik kılıç kuşandık.

Cengiz Han’ın dev heykelin altında ise Cengiz Han döneminden kalan tarihi eserlerin sergilendiği bir müze var. Moğolistan’da Cengiz Han, Çingiz Han olarak telefuz ediliyor. İçerisinde Tika tarafından yapılan kazı çalışmalarında bulunan Bilge Kağan, Kültigin ve Tonyukuk anıt bölgelerinden çıkarılan 4000’e yakın eserin bulunduğu Moğolistan Milli Müzesi’ni de gezdik.

Doğa Tarihi Müzesi’nde ise Gobi Çölü’nde bulunan dinozor iskeletlerinden, meteor taşlarına ve Moğol İmparatorluğu’na ait değerli eserler var

Kurban Bayramında Kazak Kardeşlerimizle Beraber

KAZAKLAR (HASAG) 150 bin civarındaki Nayman ve Kirey kökenli Kazaklar, ülkenin kuzeybatısındaki Bayan Ölgi ve Hovdaymağlarında yaşıyorlar. Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Kazakistan’a yapılan göçler sonucu, nüfusları tam bilinmiyor.Buna rağmen, 95 bin’i Bayan Ölgi’de, 40 bini Hovd’da olmak üzere 150 bin civarında Kazak olduğu tahmin ediliyor. Bayan Ölgi önceleri bir Kazak vilayeti imiş. Kurban kesimi ve Kurban eti dağıtımı Biz gitmeden kurbanlarımız alınmış. Ve kesim yerine ulaştırılmış. Bayram namazımızı Kazak kardeşlerimizle birlikte kıldıktan sonra kısa bir bayramlaşma merasimi yapıyoruz. Yaşlı kazaklarla kısa bir sohbetten sonra Kurban kesim yerine hareket ediyoruz. Hazırlıklar tamam. Koçlar, koyunlar dizi dizi sıralanmış. Kurban olmayı bekliyor. BismillahiAllahu Ekber. Üzerimizdeki 150 bağışçımızın emanetlerini kasaplara tek tek tevdi ediyoruz. Allah kabul etsin. Ardından parçalanan etler çevrede önceden tespit edilmiş yoksul Kazak çadırlarına bırakılıyor.

Moğolistan’da Kımız Molası

Yol boyunca Moğol Çadırları, öbek öbek. Rehberimiz bir çadırda kımız molası verelim dedi. Aynı zamanda yemek de yeriz dedi. Bir çadır öbeğinde yemek molası verdik. Yemek çeşidi yok. Et, et, et… Çiğnemekten avurtlarınız ağrıyor. Kımız da getirdiler. Tatmamızı istediler. Bizdeki ekşi ayranı andırıyor.

Mutfak kültürü

Ülkede sebze tarımının yapılamaması yüzünden mutfak kültürü oldukça fakir. Moğol Sofrasının üç değişmeyeni kırmızı et, havuç ve patates. Bu üçlüye ek olarak bazen pilav ve makarnada getiriyorlar. Tavuk eti görmedik. Tabağımıza gelen kırmızı et bizdeki gibi yumuşak kıvamda değil. Sert. Çiğnemekten dolayı avurtlarımız ağrıdı. Yediğimiz tüm etler çiğnemesi zor türden etlerdi
ama böyle yemeyi seviyorlar.Et, Moğolların temel besini. Eti iştahla ve elle yiyorlar. Bir de köstebek etinin çok sevildiğini ve pahalı bir yiyecek olduğunu öğrendik.

Moğolistan’da Sanki herkes Türkçe biliyor

Rakım yüksek, bulutlar uçsuz bucaksız steplerin arasından sanki başımızın üstünden usul usul akıyor. Moğol kökenli olup Türkçe’yiİzmir aksanı ile konuşan Rehberimiz ve şoför babası ile birlikte KARAKUM’a kadar keyifli bir yolculuk yaptık. Rehberimin bana Moğol gelenek ve göreneklerini tüm detayları ile ve çok güzel bir Türkçe ile anlatması benim için bulunmaz bir fırsat oldu. Moğolistan benim için bu kadar ülke gezdikten sonra hayallerimi süsleyen bir ülkeydi. Nitekim bu seyahatte bu imkanı buldum.

Burada birçok kişi Türkçe bilmekte ve çok iyi konuşmaktadır. Hatta birçoğunu Türk bile sanabilirsiniz. Günlük hayatta pek çok Türkçe kelime ile karşılaşıyorsunuz. Kulak kabarttığınızda bir kısmı anlaşılıyor. Moğolistan’ı Birkaç cümleyle Anlatmak istesek Hacı İbrahim !Moğolistan’ı birkaç cümleyle bize anlat deseler; göz alabildiğine insan eli değmemiş uçsuz bucaksız bozkır, başı boş gezen milyonlarca koyun, keçi, at ve inek sürüsü ve nüfusun yarısından fazlasının yaşadığı ”Moğol Çadırı” olarak telaffuz edilen ger çadırları ve Cengiz Han olarak anlatırdım.

Çok geniş bir ülke

Moğolistan toprakları kısa süren yaz günlerinin hemen ardından gelen kışla neredeyse 9 ay soğukla mücadele ediyor. Ağustos ayında gitmiş olmamıza rağmen biraz yeşillik beklerken sanki kış başlıyordu. Döneceğimiz gün kar yağışıyla karşılaştık. Moğolistan’da kış uzun sürüyor. Kısa bir yaz ve erkendenyine kışa giriyor. Kuzey yarım kürede normalde Ağustos ayı en sıcak ay ama burada
Ağustos’ta kış başlıyor ve Temmuz senenin en sıcak ayı. Denizden ortalama yüksekliği 1580 m olan ve bir kısmı çöl iklimine sahip olan Moğolistan’da gece ile gündüz arasındaki ısı farklılığı oldukça fazla. Ağustosta üşüdük.

Yazının devamı Haziran 2019 sayımızda