Motorsiklet ile Yük Taşıma

Prof. Dr. Berkant Özpolat
Göğüs Cerrahisi Uzmanı – Türk Motosiklet Federasyonu Bilim Kurulu Başkanı

Yazı dizimizin bu bölümünde motosikletlerimiz ile yük taşımada dikkat etmemiz gereken konuları Makine Mühendisi Tunç Sevin ile konuştuk. Faydalı olması ümidi ile…

Değerli Okuyucularımız, Motosikletlerde yük taşıma limitleri çok düşüktür ve özel şartlara bağlıdır. Trafikte emniyetli kullanım ile ilgili zorluklar ve bunun yarattığı riskler mevcuttur. Yanlış yüklenmelerde, yaralanmalar ve hatta hayati riskler meydana gelebilir. Dolayısı ile bu hususla ilgili usul ve kurallar doğru olarak belirlenmeli ve bunlara titizlikle uyulmalıdır. Bu söyleşide, can ve mal emniyetini arttırmak amacıyla, motosikletlerin emniyetli yük taşımaları için genel esaslar, yük taşıma ve sabitleme yöntemleri ve yüklü motosikletlerin kullanımı konusunda güncel bilgileri Tunç Sevin’e sorduk.

Sayın Sevin Motosikletlerde yük taşıma esasları nelerdir?

Özellikle uzun yol için tasarlanmış büyük motosikletler dışındaki diğer motosikletler genellikle yük taşımaya çok uygun değildir. Çünkü özellikle şehir içi kullanımı için tasarlanmış motosikletlerde yük taşıma ön sıralarda yer alan bir dizayn kriteri değildir. Bu tip motosikletler tasarlanırken, bir veya bazen de iki kişiyi kısa mesafelerde en düşük masrafla taşıyabilecek, kolay park edilebilecek, yoğun trafik içerisinde zahmetsiz yol alabilecek şekilde küçük, hafif ve düşük güçlü, düşük hacimli motora sahip olarak düşünülürler. Ancak yine de bir takım usuller e azami dikkat etmek şartı ile bu motosikletlerle de hafif ve küçük yükler taşınabilir.

a) Taşınacak olan yük ve sürücü ağırlığı toplamı, motosikletin kataloğunda verilen maksimum yük değerini aşmamalıdır. (Yük yerleştirilirken motosikletin ön ve arka
süspansiyonlarının ve lastiklerinin yük taşıma değerleri aşılmamalıdır).

b) Taşınacak yük sürücünün hareket sahasına girmemeli, dengesine, sürüş hareketlerine ve görüşüne mani olmamalıdır.

c) Taşınacak olan yük motosikletin ön-arka ve sağ-sol ağırlık dağılımına olumsuz etkide bulunmamalıdır.

d) Taşınacak olan yük motosiklet üzerine veya çanta içlerine sabitlenmeli, sürüş esnasında hareket ederek motosikletin ağırlık merkezini etkilememeli, dengesini bozmamalıdır.

e) Motosiklette canlı hayvan taşınmamalıdır.

f) Taşınacak olan yük, sürücü ve trafikteki diğer araç ve yayalar için risk oluşturmamalıdır. Keskin kenarlı, çıkıntılı yüklerin sürücü veya çevrede bulunan yayaların yaralanmasına sebep olabileceği ve trafikteki araçları çizerek zarar verebileceği göz önüne alınmalı, bu tip yükler kesinlikle taşınmamalıdır. Boya, sıvı yağ, sıvı
gıdalar gibi dökülmeye veya damlamaya müsait akışkan malzemeler de kaplarının basınca dayanamayarak açılması, delinmesi veya kabı ile birlikte yola düşmesi gibi sebeplerle diğer araç ve yayaların üzerine sıçrayarak zarar verebilir, yolu kayganlaştırarak kazalara sebep olabilirler. Mazot, benzin, tiner gibi patlayıcı veya parlayıcı sıvı yükler, motosikletin motor gövdesi, egzoz gibi ısı ür eten aksamının üzerine dökülerek yangın riski yaratabilir, yola dökülmeleri halinde çok tehlikeli durumlara yol açabilirler. Bu ve benzeri yükler de motosikletle taşınmamalıdır.

g) Motosiklet üzerinde taşınan yükler derli toplu olmalı sarkan veya sallanan kısımları olmamalıdır. Yüklerin sarkan veya sallanan kısımları sürüş sırasında motosikletin ön ve arka tekerlerine, zincir, şaft, fren diski gibi hareketli parçalarına dolanarak çok ciddi kazalara sebep olabilirler. Ayrıca yine bu kısımlar motosikletin motor gövdesi, egzoz gibi ısı ür eten kısımlarına dokunarak alev alabilirler.

h) Yük taşınacak motosikletin bakım ve kontrolleri diğerlerine oranla daha sık yapılmalı, özellikle süspansiyon ayarları ve lastik basınçları, üretici kullanım kılavuzunda tarif edildiği şekilde taşınacak yüke göre düzenlenmelidir. Kullanım kılavuzunda bu bilgiler mevcut değil ise, üretici veya yetkili servis ile temas kurularak bu değerler talep edilmelidir.

i) Yük taşınan motosikletlerde en yüksek hız değeri izin verilen değerin en az %20 altında olmalı, şerit değiştirme ve viraj girişlerinde ilave yükün yarattığı limit eksilmesi dikkate alınarak maksimum tedbirli olunmalıdır.

j) Motosiklette taşınan yükün kaza halinde yaratabileceği riskleri minimuma indirecek yerleşim ve bağlama tedbirleri alınmalıdır.

k) Motosiklette taşınan yükün zarar görmesini engellemek için özellikle yağmurdan koruyucu tedbirler alınmalıdır.

l) Motosiklet üzerinde yük taşınmasında emniyet kurallarına uygun kapalı çanta veya sağlam tasarlanmış kutu benzeri gereçler tercih edilmelidir.

Yük nasıl taşınır ve sabitlenir?

1. Kancalı Strip Lastikler, Esnek Fileler: Bu tip sabitleyiciler, yüklerin, motosikletin arka yolcu selesi, yakıt deposu üzeri, arka çamurluk üzeri, metal taşıma ızgarası gibi kısımlarının üzerine sıkıştırılıp sabitlenerek taşınmasını sağlarlar. Küçük ve hafif yükler için kullanılırlar.

2. Sırt Çantaları: Sürücünün sırtına bağlanan ve bu iş için tasarlanmış çantalar, pratiklik açısından avantajlar sunmaktadır. Ayrıca sırt çantaları, yükün motosikletin ağırlık merkezini etkilemeden taşınmasını da sağlarlar.

3. Yakıt Deposu Üzerine Bağlanan Çantalar: Motosikletin ağırlık merkezini koruma açısından idealdir. Bu tip çantalar, kaza halinde risk yaratmamaları için deri, kanvas gibi yumuşak malzemeden üretilmiş olmalıdır. Genişliği yakıt deposundan fazla olmamalı, yüksekliği sürücünün görüşüne, kullanma hareketlerine mani olmayacak şekilde ve genişliği ile orantılı olmalıdır.

4. Arka Yanlara Bağlanan Taşıma Çantaları: Bu tip taşıyıcılar motosikletin ağırlık merkezini alçak tutmaları açısından idealdir. Ancak çantalar ve kutular motosiklete bağlanırken bunların ağırlık merkezlerinin arka teker ekseninin önünde kalmalarına dikkat edilmelidir. Aksi halde arka teker ekseninin gerisine etki eden ağırlık, motosikletin ağırlık merkezinin arkaya kaymasına ve bu sebeple arka teker üzerine düşen yükün aşırı artmasına, ön teker üzerine düşen yükünse normal hale göre azalmasına sebep olur. Motosiklet dengesindeki bu bozulma özellikle yokuş yukarı sürüşte ve kalkışta ön teker yönlendirme kontrolünün kaybolmasına sebep olarak tehlikeli durumlara yol açar. Motosikletin iki yanına simetrik olarak bağlanmalı ve yüklerken iki tarafa eşit ağırlıkta yük konulmasına dikkat edilmelidir.

5. Top Case’ler: Bu taşıyıcılar sunabildikleri yüksek hacimle nispeten büyük yüklerin taşınabilmesine imkan verirler. Ayrıca üstten açılabilen kapakları sayesinde de yükleme ve boşaltma kolaylığı sağlarlar. Ancak yüksekte konumlandıklarından motosikletin ağırlık merkezini yükselterek denge kabiliyetini ve viraj emniyetini düşürürler. Ayrıca motosikletin aerodinamik özelliklerini de kötü yönde etkilerler. Bu tip taşıyıcılara sahip motosikletler özellikle yan rüzgarlardan çok fazla etkilenirler. Bu tip kutuların tasarımı üretildiği malzemenin uygun kalınlıkta tasarlanması ile sağlam ve homojen yapıda olmalı, içerisinde veya dışında metal profiller içeren destek konstrüksiyonu bulunmamalıdır. Çünkü kaza halinde metal profiller sürücü ve etraftaki yayalara saplanarak ölümcül yaralanmalara sebep olurlar.

6. Treyler Tipi Taşıyıcılar: Bu tip taşıyıcılar, motosikletin arkasına bağlanan römorklardan oluşurlar. Oldukça büyük ve ağır yüklerin taşınmasını sağlarlar. Çekme hareketini arka tekerin orta eksenine monte edilen aparatlar dan aldıklarından motosikletin ağırlık merkezini etkilemezler. Ancak arkaya monte edilen römorkun hareket halindeki dinamik etkileri, virajlarda römorktan kaynaklanan merkezkaç kuvvetinin arka teker eksenine etki etmesi ve yüksek hızlarda römork tekerlerinin ürettiği jiroskopik kuvvetler ve buna bağlı devrilme riski yüzünden sürüş dinamiğinde önemli bozulmalara sebep olabilirler. Bu sebeplerle hiçbir motosiklet üreticisi bu tip taşıyıcılara onay vermez, bu tip taşıyıcıların kullanılmasından doğan hasar ve arızaları garanti kapsamına almaz.

Sayın Tunç Sevin’e verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz. Baharın geldiği bu mevsimde motosikletlerimizin bakımlarını ihmal etmeden trafiğe çıkmanızı ve güzel günlerde kazasız sürüşler yapmanızı diliyorum. Tekeriniz düz bassın.

 

Hayvan Sevgisi ve Sokaktaki Dostlarımız

Kevser KİŞİN

Birçoğumuz çocukluğumuzu düşündüğümüzde aklımıza, mahallemizdeki ya da köyümüzdeki kedi ve köpekler de gelir. Sanırım hepimizin sevgili dostlarımızla anıları vardır, öyle ki, önceden “mahallemizin kedisi, mahallemizin köpeği” diye bir tabir vardı bir nesil bunu çok iyi hatırlayacaktır. Herkesin, artan yemekleri ile beslediği, çocukların onlarla oyunlar oynadığı, büyüklerin geçip giderken başlarını okşadıkları kedileri ve köpekleri vardı… Günümüzde, şehirleşme ve nüfusun artmasına bağlı olarak doğal yaşam alanları ve parkların azalması, mahallelerin sokakların yerini alan site blokları, plazalar, betonlaşmanın artması, günlük hayatın telaşında unuttuğumuz komşuluk ilişkilerimiz, sosyal bağlarımız, yardımlaşma geleneğimiz bizleri etkilediği kadar sokaktaki dostlarımızı da ne yazık ki olumsuz etkiledi.

Ülkemizde, sokak hayvanlarına yardım hizmetleri her ne kadar belediyeler tarafından yürütülüyor olsa da belediyelere bağlı bulunan barınak sayısının ve bu barınakların imkân ve kapasitelerinin azlığı gibi sebeplerle bu tür hizmetlerin yetersiz kaldığını maalesef biliyor ve görüyoruz. Yani mesela, bir ya da birkaç köpekten rahatsız olup korktuğumuzda belediyenin bu konudaki hizmetlerinden yararlanmak adına, köpeklerin belediye barınaklarına alınmasını talep ediyoruz ya, emin olun aslında o an onlar için çok da iyi bir şey yapıyor olmuyoruz. Çünkü ne yazık ki barınaklar kapasitesinin çok üstünde kedi ve özellikle köpek alarak bu çaresiz ve tek derdi karnını ve yavrularını doyurmak olan canlara tam anlamıyla bakamıyor. Çözüm, onları toplumdan ve doğadan tecrit ederek küçük kafeslere kapatmak, hastalıktan ya da yetersiz beslenmeden ölmelerini ve böylece onlardan kurtulmayı sağlamak değil, çözüm öncelikle onlara sevgiyle yaklaşmaktır. Kaçış yolunun değil çözümün ortağı olmak en güzelidir, “gelip bunları barınaklara kapatın” diye değil, sayılarının kontrol altına alınmasını sağlamak için kısırlaştırılmalarının ve aşılanıp küpelenmelerinin yapılmasını sağlamak, yine gerekiyorsa barınak koşullarının güzelleştirilmesi, barınakların kafesler şeklinde değil onların da serbestçe koşup oynayarak yaşayabilecekleri bir alan olmasını talep etmek için belediye ile görüşmektir çözüm. Bir ağacın kenarında bir çöpün yanında, onlara bir kap su bir kap yemek koyabilsek eski zamanlardaki gibi, o sevgili dostlarımız da bizlere kendini sevdirecek hatta mahallemizi hırsızlardan bile koruyacaklardır.

Çocuklarımız hayvan sevgisini tadarak büyüyecek ve bunu doğal yaşamlarından binlerce kilometre uzaklaştırılıp yapay alanlara kapatılmış hayvanat bahçesi vahşi doğa hayvanlarına uzaktan bakarak değil, hayatının her evresinde her yerde karşılaşacağı ve beraber yaşamak zorunda olduğu, bizlerin evcilleştirdiği türlerle yani sokak hayvanları ile; kediler köpekler güvercinler serçeler ya da köydeki hayvanlar ile belki kaplumbağalar kurbağalar ördekler kazlar tavuklar ile öğreneceklerdir. Onları inciterek, kovalayarak, korkarak ve korkutarak değil, besleyerek, yavrular büyüterek, onların hayatlarını kurtararak, onlarla oyunlar oynayarak, başlarını okşayarak öğreneceklerdir.

Sokak Hayvanları İçin Ne Yapabiliriz?

Temel ihtiyaçları olan barınma ve beslenme ihtiyaçlarını bizim yardımımızla karşılayabilmeleri açısından onlar için yapabileceklerimiz aslında çok basit. Unutmayalım ki onlar da yüzyıllar önce vahşi, doğada kendi kendine avlanan, kendi kendine yeten canlılarken bizler onları evcilleştirerek, şehirleşme ile alanlarını daraltarak, bizlerin yardımı olmadan yaşayamayacakları bir duruma getirdik.

Yazının devamı Ocak 2020 sayımızdadır.

Kardeş Azerbeycan’ın Rüzgarlar Şehri: Bakü

Prof. Dr. Serdar Günaydın

Dünyada belki de kendinizi öz vatanınızda, evinizde hissedebileceğiniz şehir neresi derseniz Bakü’yü tek geçin. Geçmişle geleceğin birbirine nispet yaptığı ışıklar arasında kaybolacağınız tertemiz sıcacık bir yuva.

Şehrin en büyük özelliklerinden birisi “rüzgar”. O yüzden şehre “Bad-ı Küba” yani “rüzgarlar şehri” deniliyor. Bakü adının da, bu kelimelerin başındaki bölümlerden oluştuğu söyleniyor. Azeri kardeşler alışmışlar belli ki ama biz turistler bu rüzgârı hemen hissedebiliyoruz ilkbaharın ortasında bile. Hele Hazar denizi kıyısında yürürken. Yazı çok nemli ve sıcak kışı da çok soğuk olduğundan bahar aylarını öneriyoruz ziyaret için.

Yapılan arkeolojik araştırmalarda şehrin kuruluşunun MÖ.3 ile 1. bin yılları arasına kadar uzandığı tespit edilmiş. Ancak yine de şehrin tam olarak ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor.

5-6. yüzyıllara ait “Sasani hazinesi” yine aynı dönemlerde burada yaşam olduğunun kanıtı. Aynı dönemlerde, şehrin: Bağavan, Ateş-i Bakvan olarak isimlendirildiği söyleniyor.

Arap kaynaklarında, 10. yüzyılda şehrin ismi “Bakuye, Baku” olarak geçiyor. 15. yüzyıla ait Rus kaynaklarında ise, şehir “Baka” olarak tanınmış. Azerbaycan SSCB yıkıldıktan sonra 1991 yılında tam bağımsızlığına kavuşmuş. 2003 yılında Haydar Aliyev’in vefatı ile göreve gelen İlham Aliyev halen Cumhurbaşkanlığını sürdürüyor.

2000’li yılların başından itibaren ise şehirde inanılmaz bir gelişim ve değişim görülmekte. Yeni altyapılar, binalar ve tesisler, şehrin hızlı gelişiminde büyük etki yaratmış. 21. Yüzyılda çağdaş ve modern bir dünya kenti artık Bakü. 3 milyona yaklaşan nüfusu ile tüm ülkenin üçte birine ev sahipliği yapıyor.

Şehir sahip olduğu zenginliklere rağmen çok mütevazı ve sıcak. Azeri, Rus ve Türk kültürlerinden esinlendiği tüm sokaklarda görülebiliyor. Tüm caddeler son dereceli güvenli. Türk’leri (Türkiye Türk’lerini) beklendiği gibi çok seviyorlar. O kadar ki bizimle konuşurken anlayabilelim diye özel ihtimam gösteriyorlar. Bir süre sonra zaten dile alışıyorsunuz. “Tek millet iki devlet” lafı kesinlikle doğru. Eğer yanlışlıkla “biz Türkler” filan diye cümleye başlarsanız “İstanbul’dan gelen Türkler” olarak düzeltirler unutmayınız.

Bakü’de ilk görmeniz gereken yerlerden biri ‘’İçeri Şehir’. Orta Doğunun en eski meskenlerinden biri. Alçak katlı taş evleri, yerleri taş döşeli daracık sokakları, tarihi yapıları ile sanki açık hava müzesinde geziyormuşsunuz gibi. ”Şirvanşahlar sarayı” ve ”Kız Kalesi”ni (Qız Qalası) ayrıntılı gezilecek yerlerden. İçeri şehir aynı zamanda hediyelik eşya almak için de en uygun yer.

Biraz dışarı yürürseniz karşınızda ‘’Deniz kenarı Milli Parkı’’ olarak adlandırılan Bakü Bulvarı. Bulvar büyüklüğüne göre Avrupa’da ikinci sıradaymış. Yol boyunca büyük AVM’ler, eğlence parkı, halı müzesi, müzikal havuz, çeşitli heykeller ve yat kulübü yer alıyor. Başka ülkelerden getirilmiş dekoratif ağaçlar ve çeşitli bitkilerle süslenmiş. Bulvarı boydan boya gezebilmek için trafiğe kapalı alanda trenler bulunuyor. Şehri daha iyi görebilmek için Hazar Denizi sahilinde tekne turu da yapabilirsiniz. Bulvarın sonlarına doğru, “Bayrak Meydanı” dünyanın en uzunu rekorunu kırarak Guinness’in Rekorlar kitabına giren bayrağı taşıyor. Bayrak direğinin yüksekliği 162 metre, genel kütlesi 220 ton, ölçüleri yaklaşık bir futbol sahasının büyüklüğü kadar. Geceleri ışık gösterileri ile güzelleşen “Alev Kuleleri” ve “Televizyon Kulesi” de bu bulvardaki özel yapılardan. Tamamı LED ekrandan ibaret olan, 190 m yüksekliğindeki kuleler, Bakü’deki en yüksek bina olarak alev şeklinde inşa edilmiş ve şehrin en uzak noktasından bile görünebiliyorlar. Yüksekliği 310 m olan Televizyon Kulesi de gece ışıklandırılması ile Bakü manzarasını güzelleştiriyor.

Hazar denizi kıyısında biraz doğuya doğru ilerlerseniz Şehitler Hiyabanı’na çıkan bir fünüküler göreceksiniz. Azeri Şehitliği ve 1918 Kafkas Harekatında önce Bakü’ye girerek Azerbaycan’ı sonra Karabağ ve Dağıstan’ı düşman işgalinden kurtaran 1130 Türk şehidi anısına dikilen anıt mezarları ziyaret edebilirsiniz.

Kent için tam bir sanat merkezi denilebilir. Müzik, opera salonları, sergiler, heykeller, anıtlar yılın hemen her döneminde yaygın olarak devam etmekte. En önemli merkez ise muhteşem bir şekilde tasarlanmış “Haydar Aliyev Kültür Merkezi”. 2007 yılında dünyanın en ünlü kadın mimarlarından Zaha Hadid tarafından tasarlanmış. İçinde konser salonu, konferans salonu, müze, kütüphane, sanat galerileri ve Haydar Aliyevin Müzesi bulunmakta. Dış görünümü ile de dikkat çekmekte. Kültür Merkezinin dış kaplaması 15.000 adet birbirinden farklı panel kullanılarak dalgalı şekilde yapılmış. Çevresi kocaman yeşil bir alandan, yapay gölden, değişik yapılardan oluşuyor.

Azerbaycan mutfağı Türk mutfağına çok yakın olduğu için yemek seçmekte zorlanmazsınız. Özellikle de yemekleri Güney Anadolu ve Doğu Anadolu tatlarına yakın. Çeşitli pilavları, yaprak dolması, patlıcan dolması, düşbere, lüle kebab, tike kebab, havyar, köfte bozbaş, çeşitli börekleri (qutabları), salata çeşitleri, baklavaları, değişik reçelleri yemeden dönmek olmaz. Reçellerden özellikle goz reçelini (ceviz), dut, malina (frambuaz) ve gilas reçelini (kiraz) tatmanızı öneririz. Otantik tatlar için Firuze, Mangal, Gazmag, Tongal, Nakçivan, Sahil restoranlarına gidebilirsiniz. Deniz kenarı bir yer olsun, denize de girebileyim diyorsanız biraz merkezden uzaklaşmanız gerekecektir. Pek çok restoranda dans ve müzik gösterileri de oluyor.

Bizce en geçerli ziyaret nedenlerinden biri de Formula-1 yarışları. Bakü son yıllarda F-1 için ev sahipliği yapıyor. Bir taşla pek çok kuş vurmak mümkün.

Türkiye’den Bakü’ye uçakla yılın her günü İstanbul’dan, haftanın belirli günleri Ankara’dan, sadece yaz ayları Antalya’dan, İzmir’den ve Bodrum’dan gidilebilir. Türk vatandaşları için havaalanında 10 dolar karşılığında 2 aylık vize veriliyor. Yeşil pasaportu olanlar için vizesiz 3 aylık kalma izni var. Havaalanından çıkışta adresinize gitmek için taksiler mevcut. Merkeze gitmek istiyorsanız 20-25 manat yeterli. Oteller hemen her bütçeye hitap edebiliyor. Son derece lüks ve temiz.

Kendinizi yabancı bir ülkede hissetmeyeceğiniz, farklı bir şehir, tarih ve kültür görüp nefis yemekler deneyimleyeceğiniz, kısa ve yorucu olmayan bir gezi için Bakü hemen yanımızda.

Sokak Lambasının Işığı Yüzüme Vuruyordu

Buket Yücel Altan

Karanlık düşmüş, taş binalar arasındaki dar sokağı aydınlatan sokak lambaları yanmıştı. Gündüz geçtiğim sokaktaki mimari taşların akı turuncuya bürünmüş sanki başka bir sokak olmuştu. Sokak lambalarının etrafındaki ışıktan hâlenin sarısı gecenin karanlığında dağılırken renk değiştiriyor, turuncudan kırmızıya siyaha akıyordu. Mardin’in bu dar sokağında sadece gece olmamış, ışığın etkisiyle günler, yer, şehir ve düşüncelerim değişmişti.

Enis Batur Ada Defterlerine aldığı notlarda buna benzer bir duygudan bahseder. Heybeli’de kaldığı dönemlerde Burgaz’ın ucundan güneşi batırmıştır. Güneş batışının renklerine kapılmış ilerler: ‘Bir at geçti yanımızdan. Nizam’da sokak lambaları yandı. Denizi tarayan hafif rüzgar kesildi birden. İskeleye doğru inerken bir mevsimin değil bir dönemin kapandığı duygusuna kapıldım.’

Gece, sokak satıcıları için yol, bereket, rızk kapısıdır. Bozacının yavaş yavaş yaklaşan sesi duyulur. Sıcak evinizin kapısını açıp kapınıza kadar gelmiş bozadan alırken, kapınızı kapatana kadar, gecenin soğuğu iliklerinize işler. Sonra bozacı sokak lambası ışığında uzaklaşan sesiyle yoluna devam eder. Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanının kahramanı Mevlut da sokaklarda boza satmaktadır: ‘Ekim ayından itibaren her akşam boza satmaya başladı. Boza satarken geceleri sürekli yürüdüğü için gözünün önünden güzel resimler ve tuhaf düşünceler geçiyordu. Bazı mahallelerde geceleri tek yaprak kımıldamadığı halde ağaç gölgelerinin kıpırdadığını, sokak lambaları kırık yada sönük olan mahallelerde köpek çetelerinin daha cesur ve kabadayı olduğunu, elektrik direkleri ve kapılara yapıştırılan sünnetçi ve dersane ilanlarının son heceleri arasında kafiye olduğunu o günlerde keşfetti.’ Ve Bozacı Mevlut sokak lambaları ışığında İstanbul gecelerinde gezindiğinde, aslında kafasının içinde gezdiğini farkına varır.

Venedik’de pembe camlı gösterişli sokak lambaları gece bir arada uyuklayan gondolların üzerinde yanar. Suyun oynayışlarıyla birbirine değerek bir piyanonun tuşları misali ahenkli müzik oluşturan gondolların her hareketiyle ışık yer değiştirerek saatlerce seyredilirken başka ve çok güzel bir diyarda olduğunuzu kanıtlamaktadır. Joseph Brodsky, Venedik üzerine denemelerinde bu sihirli şehrin ışıklarla oyununa takılır: ‘İki ucu da sonsuzlukla kırpılmış bir köprü, suyun simsiyah kavisi üzerinde kemer oluşturuyordu. Yabancı diyarlarda, geceleri son sokak lambasıyla çıkagelir sonsuzluk; buradaki de yirmi metre ötemdeydi işte çıt çıkmıyordu.’ Harf Tamircisi Mehmet Uhri ‘Saklı Hayatlar’ kitabında sokak lambasını konuşturur. Etrafında çocukların oynadığı, kedilerin gezdiği, ışığının altında muhabbetlerin edildiği, tavla oynandığı gecelerin yavaş yavaş tükendiği sokaklar tenhalaşmış insanların televizyon başından ayrılmadığı geceler başlamıştır. Sokak lambası karşısındaki atkestanesiyle yalnız kalmıştır. Derken iş makinaları gelir. Artık sokakta yeni siteler yapılacaktır. Sokak lambasının elektriği kesilir. Karşısındaki atkestanesini keserler. Sokağın sıcaklığı ışığı sönmüştür. Evin içinden görülen sokak lambalarının ışığı zamana açılan bir kapı etkisi oluşturur. Orada karanlıktan doğan ışık, mutluluk, umut, henüz yaşanmamış bir sevinç, henüz duymadığımız güzel bir haber gibi bekler. Hepimizin sokağında bir sokak lambası yanar. Işığı yüzümüze vuran. Işığını görmüyorsak o an, biliriz ki artık güneş doğmuştur.

Ekim 2018 Ankara

Moğolistan’a Yolculuk

Bağışçılarımızın emanetlerini yüklendik. Kurbanlarını kesmek üzere ata yurdu topraklara uçuyoruz. Kurban bayramını oradaki Kazak Müslüman kardeşlerimizle geçireceğiz. Yüzelli hisse Kurban kesip, yoksul Müslüman kardeşlerimize dağıtacağız. Onlarla birlikte bayram namazı kılıp bayramlaşacağız.

Ulan Batur başkent. Ülke nüfusunun neredeyse yarısı burada yaşıyor. Moğolistan Türkiye’nin 2 katı büyüklükte 1,5 milyon kilometre karelik bir alanı yayılmış kocaman ülke. Ülkenin tek asfalt piste sahip havaalanı Cengiz Han burada.

Türk Hava Yolları yolda gidişte ve dönüşte Bişkek’e uğruyor. Uçuş süresi yaklaşık 10 saat.

Yıllardır bize Moğolistandaki yardım faaliyetlerimiz için rehberlik yapan Rehberimiz bizi havaalanından aldı ve birkaç gün misafir kalacağımız otele götürdü.

Ulan Bator’da birkaç gün kaldık

Kızıl Kahraman anlamına gelen Ulan Bator’da bir şöför ve rehber eşliğinde gezmemiz işimizi kolaylaştırdı. Ulan Bator’un doğusunda bulunan ancak araçla gidebileceğiniz dev Cengiz Han heykelini ziyaret ettik. Cengiz Han gibi giyindik kılıç kuşandık.

Cengiz Han’ın dev heykelin altında ise Cengiz Han döneminden kalan tarihi eserlerin sergilendiği bir müze var. Moğolistan’da Cengiz Han, Çingiz Han olarak telefuz ediliyor. İçerisinde Tika tarafından yapılan kazı çalışmalarında bulunan Bilge Kağan, Kültigin ve Tonyukuk anıt bölgelerinden çıkarılan 4000’e yakın eserin bulunduğu Moğolistan Milli Müzesi’ni de gezdik.

Doğa Tarihi Müzesi’nde ise Gobi Çölü’nde bulunan dinozor iskeletlerinden, meteor taşlarına ve Moğol İmparatorluğu’na ait değerli eserler var

Kurban Bayramında Kazak Kardeşlerimizle Beraber

KAZAKLAR (HASAG) 150 bin civarındaki Nayman ve Kirey kökenli Kazaklar, ülkenin kuzeybatısındaki Bayan Ölgi ve Hovdaymağlarında yaşıyorlar. Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Kazakistan’a yapılan göçler sonucu, nüfusları tam bilinmiyor.Buna rağmen, 95 bin’i Bayan Ölgi’de, 40 bini Hovd’da olmak üzere 150 bin civarında Kazak olduğu tahmin ediliyor. Bayan Ölgi önceleri bir Kazak vilayeti imiş. Kurban kesimi ve Kurban eti dağıtımı Biz gitmeden kurbanlarımız alınmış. Ve kesim yerine ulaştırılmış. Bayram namazımızı Kazak kardeşlerimizle birlikte kıldıktan sonra kısa bir bayramlaşma merasimi yapıyoruz. Yaşlı kazaklarla kısa bir sohbetten sonra Kurban kesim yerine hareket ediyoruz. Hazırlıklar tamam. Koçlar, koyunlar dizi dizi sıralanmış. Kurban olmayı bekliyor. BismillahiAllahu Ekber. Üzerimizdeki 150 bağışçımızın emanetlerini kasaplara tek tek tevdi ediyoruz. Allah kabul etsin. Ardından parçalanan etler çevrede önceden tespit edilmiş yoksul Kazak çadırlarına bırakılıyor.

Moğolistan’da Kımız Molası

Yol boyunca Moğol Çadırları, öbek öbek. Rehberimiz bir çadırda kımız molası verelim dedi. Aynı zamanda yemek de yeriz dedi. Bir çadır öbeğinde yemek molası verdik. Yemek çeşidi yok. Et, et, et… Çiğnemekten avurtlarınız ağrıyor. Kımız da getirdiler. Tatmamızı istediler. Bizdeki ekşi ayranı andırıyor.

Mutfak kültürü

Ülkede sebze tarımının yapılamaması yüzünden mutfak kültürü oldukça fakir. Moğol Sofrasının üç değişmeyeni kırmızı et, havuç ve patates. Bu üçlüye ek olarak bazen pilav ve makarnada getiriyorlar. Tavuk eti görmedik. Tabağımıza gelen kırmızı et bizdeki gibi yumuşak kıvamda değil. Sert. Çiğnemekten dolayı avurtlarımız ağrıdı. Yediğimiz tüm etler çiğnemesi zor türden etlerdi
ama böyle yemeyi seviyorlar.Et, Moğolların temel besini. Eti iştahla ve elle yiyorlar. Bir de köstebek etinin çok sevildiğini ve pahalı bir yiyecek olduğunu öğrendik.

Moğolistan’da Sanki herkes Türkçe biliyor

Rakım yüksek, bulutlar uçsuz bucaksız steplerin arasından sanki başımızın üstünden usul usul akıyor. Moğol kökenli olup Türkçe’yiİzmir aksanı ile konuşan Rehberimiz ve şoför babası ile birlikte KARAKUM’a kadar keyifli bir yolculuk yaptık. Rehberimin bana Moğol gelenek ve göreneklerini tüm detayları ile ve çok güzel bir Türkçe ile anlatması benim için bulunmaz bir fırsat oldu. Moğolistan benim için bu kadar ülke gezdikten sonra hayallerimi süsleyen bir ülkeydi. Nitekim bu seyahatte bu imkanı buldum.

Burada birçok kişi Türkçe bilmekte ve çok iyi konuşmaktadır. Hatta birçoğunu Türk bile sanabilirsiniz. Günlük hayatta pek çok Türkçe kelime ile karşılaşıyorsunuz. Kulak kabarttığınızda bir kısmı anlaşılıyor. Moğolistan’ı Birkaç cümleyle Anlatmak istesek Hacı İbrahim !Moğolistan’ı birkaç cümleyle bize anlat deseler; göz alabildiğine insan eli değmemiş uçsuz bucaksız bozkır, başı boş gezen milyonlarca koyun, keçi, at ve inek sürüsü ve nüfusun yarısından fazlasının yaşadığı ”Moğol Çadırı” olarak telaffuz edilen ger çadırları ve Cengiz Han olarak anlatırdım.

Çok geniş bir ülke

Moğolistan toprakları kısa süren yaz günlerinin hemen ardından gelen kışla neredeyse 9 ay soğukla mücadele ediyor. Ağustos ayında gitmiş olmamıza rağmen biraz yeşillik beklerken sanki kış başlıyordu. Döneceğimiz gün kar yağışıyla karşılaştık. Moğolistan’da kış uzun sürüyor. Kısa bir yaz ve erkendenyine kışa giriyor. Kuzey yarım kürede normalde Ağustos ayı en sıcak ay ama burada
Ağustos’ta kış başlıyor ve Temmuz senenin en sıcak ayı. Denizden ortalama yüksekliği 1580 m olan ve bir kısmı çöl iklimine sahip olan Moğolistan’da gece ile gündüz arasındaki ısı farklılığı oldukça fazla. Ağustosta üşüdük.

Yazının devamı Haziran 2019 sayımızda

Sebze ve Meyvelerin Ultrasonik Yıkanması

Mehmet İrfan Oktay

Kullanım alanı oldukça yaygın olan ultrasonik temizleme; yüksek frekanslı elektronik ses sinyalinin su veya temizleme solüsyonuna yönlendirilerek bu sıvı içerisinde oluşturulan kavitasyon ile yapılan temizliktir. Bu yıkama yöntemi mükemmel ve ekonomik bir yıkama yöntemidir. Ultrasonik yıkama makineleri ülkemizde yeterince tanıtılmadığı ve bilinmediği için ameliyathanelerde cerrahi aletlerin temizliği dışında yeterince yaygın kullanılmamaktadır. Atölyelerde halâ solvent (çözücü) ve elle fırçalama, bulaşık yıkama makinesi mantığında çalışan tamburlu yıkama makineleri gibi yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemler ise hem külfetlidir hem de ultrasonik yıkama yöntemi kadar etkin değildir.

Ultrasonik Temizlik Makineleri ile temizlik ve yıkama

Ultrasonik Temizlik Makineleri ameliyat aletlerinin sterilizasyonu öncesi ön yıkama başta olmak üzere,hava, deniz, kara araçları ve savunma sanayi araçlarının üretim ve bakımlarında, hastane ve laboratuvarlarda, elektrik, elektronik, optik, tekstil ve gıda sektöründe üretim ve bakım safhasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ultrasonik Temizlik Makineleri ile, tıbbi atık ve sıvağı, kan gibi kir ve pislikler, bitkisel ve madeni yağ, karbon, is, talaş, tufal, kireç, pas, küf, sebze ve meyvelerin yıkanması, bitki bitlerinin ve tarım ilaçları kalıntısının temizlenmesi, atmosferik partiküller vb kir ve pislikler temizlenip uzaklaştırılabilmektedir. Ultrasonik temizleme zor kirleri temizlemede yeteri kadar güçlü, malzemeye hasar vermeyecek kadar hassastır.

Ultrasonik Ses Dalgası

İnsan kulağı ortamda, bir saniyede 16 ile 20.000 defa titreyen nesnelerin yarattığı sesi duyabilir. Bu değerlerin altında ve üzerindeki titreşimlerin sesini duyamaz. Saniyede 20.000 defanın üzerinde bir değerde titreşim yapan herhangi bir nesnenin çıkardığı ses ultrasonik ses olarak adlandırılmaktadır. Hepiniz bilirsiniz ev aletlerinin çalıştırma voltajı kullanma kılavuzlarında 220 Volt AC, 50-60 Hertz (Hz) olarak belirtilir. Bunun anlamı “bu cihaz 220 volt ve saniyede 50 veya 60 defa dalgalanan alternatif akım ile çalışır ” demektir. Yani hayatımızda kullandığımız şehir şebekesindeki elektrik akımı 220 volt ve saniyede 50-60 defa dalgalanan bir akımdır. Ultrasonik dalganın oluşturulması günlük hayatta kullandığımız elektriğin özel elektronik devreler ile saniyede 20.000 den daha fazla örneğin 28.000 – 150.000 defa dalgalanan bir elektrik sinyaline çevirebiliriz, bu elektrik sinyalini de piezo elektrik seramik kristaller (Transducer) kullanarak mekanik ses dalgasına (ultrasonik ses dalgası) dönüştürebiliriz.

Ultrasonik Kavitasyon

Bu yüksek frekanstaki mekanik ses dalgaları herhangi bir yıkama kabındaki suya veya solüsyona yönlendirildiğinde bu suyun veya solüsyonun içerisinde (-) dalga geldiğinde moleküller arasında çok yoğun bir şekilde mikroskobik boyutta hava kabarcıkları oluşturur. Bu (-) dalga aniden (+) dalgaya dönüştüğünde oluşan kabarcıklar içeriye doğru patlar. Bu içe patlama sırasında büyük bir enerji açığa çıkar. Patlamanın olduğu noktada bir an için 5000 °C ’ye varan ısı oluşur ve boşalan bu hacme temizleme sıvısı molekülleri büyük bir hızla hücum ederler, temizlenecek malzeme yüzeyini yaklaşık 7000 atmosfer basınca varan bir basınçla bombardımana tutarlar. İşte ultrasonik temizleme, bu şok dalgalarının sıvı içindeki temizlenmesi istenen materyalin yüzeyine büyük bir hızla çarparak fırçalama etkisi yapmasıyla gerçekleşir. Bu olay bir saniyede elektronik sinyal jeneratörünün ürettiği sinyalin frekansı kadar, yani 28.000 – 150.000 defa tekrarlanır. Bu fiziksel olaya kavitasyon denir. Ultrasonik yıkamayı yapan, yıkama kabının içerisinde oluşturulan bu kavitasyon olayıdır. Suyun girdiği her yerde bu mikroskobik kabarcıklar oluştuğu için ulaşılamayan bölgelerdeki kir ve pisliklerin de temizlenmesi mümkün olmaktadır. Dolayısıyla bu yıkama yönteminde yıkanacak nesnenin şekli, çok küçük ölçülerde gözenekli olmasının da hiçbir önemi yoktur. Ultrasonik temizleme, elle yapılan temizlemeye göre 16 kat daha fazla etkili olabilmektedir.

Yazının devamı Ocak 2018 sayımızdadır.

Sosyal Medya ve Doktorlar

Sosyal Medya’da ‘‘Fenomen’’ doktorlarımızla sizler için sıcak sohbetler gerçekleştirdik. Bu sayımızda konuğumuz “Doç. Dr. Ertekin Utku ÜNAL”

Utku bey ilk olarak sizi tanıyabilir miyiz?

1978 doğumluyum. Ailem, Anadolu Lisesi’ne başlamam sebebiyle Ankara’ya yerleşti. 2002 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyeti sonrası Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi serüveni başlamış oldu. 1 yıllık askerlik hizmetim dışında, o zamandan itibaren asistanlık, uzmanlık, başasistanlık ve eğitim görevliliği olmak üzere hep Yüksek İhtisas Hastanesi’nde çalıştım. 4 yıldır Doçent olarak hem hastalarıma hizmet etmeye hem de geleceğin kalp cerrahlarının eğitiminde aktif olarak görev almaya çalışıyorum.

Sosyal medya hakkında genel düşüncelerinizi ögrenebilir miyiz?

İnternetin yaygınlaşmaya başladığı ilk dönemleri hatırlayabiliyorum. İnternet çok kısa bir zaman diliminde düşüncelerimizin ötesinde büyüdü ve akıllı telefonlarımız ile çok kolay ve her zaman ulaşılabilir hale geldi. İnternetin oldukça fazla pozitif yanı olsa da yine de en büyük çekincelerden biri de oldukça yanlış bilgi içermesi. Sosyal medya ise insanların birbirleriyle olan iletişimini ve haberdar olma isteğini en kolay karşılayan mecra olarak günümüzde oldukça yoğun ilgi görmekte.

Bilgiyi paylaşmak açısından en hızlı araçlar dan biri olarak kullanılabiliyor. Hatta tıp alanına bakacak olursak çoğu akademik derginin ve sağlık kuruluşlarının dahi sosyal medyadan okuyucu ve hasta kitlesine ulaşmayı da tercih ettiğini görebiliriz. Fakat kişisel görüşüm olarak en önemli probleme bakacak olursak; sosyal medyada hepimiz çok mutluyuz, hep güzel anlar yaşıyoruz ve hep en iyisini gösteriyoruz. Fakat hayat sosyal medyada olanlardan ibaret değil ne yazık ki. Yaşadığımız olumsuzluklar yokmuş ve hiç olmamış gibi bir hayal dünyasına kapılmadan sınırlarını bilerek kullanabiliyorsak kesinlikle faydalı olduğu noktalar da mevcut.

Sosyal medyayı kullanmaya ne zaman basladınız? Sosyal medyanın sizin hayatınızdaki yeri nedir? Kitlelere ulaşım aracı mı? Yoksa bir ceşit alışkanlık mı?

Çevremde Facebook hesabını ilk açanlardan ve hatta herkese böyle bir mecra olduğunu gösteren biri bendim. Fakat o zamanlardan itibaren bile çok aktif bir kullanıcı olmamıştım ta ki Instagram ile tanışıncaya kadar. Başlangıçta birkaç tatil ve doğa fotoğrafı ile başladı. Fakat sonrasında kendime profesyonel ve yaptığım iş ile alakalı bir hesap açma kararı aldım. Bunun en büyük sebeplerinden biri çevremdeki tıp dışı arkadaş çevremden ve hastalarımdan bir cerrahın yaşam tarzı ile ilgili yoğun ilgiye maruz kalmam. Fotoğrafların asıl amacı; bir kalp cerrahının hastane yaşamını, onun için en özel mekan olan ameliyathanede olanları (ki hasta gizliliği her şeyden önemli olmak şartıyla) ve yaşamının sadece hastaneden oluşmadığını bir nebze de olsa gösterebilmek. Sanırım sosyal medya kullanma sebebim bir alışkanlıktan öte kişilere bir cerrahın yaşamını aksettirebilmek.

Yazının devamı Haziran 2018 sayımızda

Serçe Saraylar

Buket Yücel

Güzün sonlarına doğru dallarında turuncu, kırmızı yemişlerin belirmeye başladığı çalılar, kış gelip tüm renkler solduğunda bahçelerin tek renk cümbüşünü oluşturur ve kışın doğada yiyecekler azalmış ve hava soğumuşken afiyetle yenecek yemişlerini kuşlara sunarlar. Kış bahçelerine bakıyorum bu güzel renkli yemişleriyle dallanıp budaklanmış çalılarda yemişler hiç eksilmiyor, çünkü kuşlar gelmesin diye dallarına CD’ler bağlanmış. Su borularının köşelerine konamıyor güvercinler, çünkü dikenli demirlerle kaplanmışlar, kuşlar konamasın, bir kuytuda ısınamasın diye. Çatıların saçaklarına sık aralıklarla yapılmış demir dikenler gözüme çarpıyor. Ne güvercin, ne serçe, ne kumru,
ne saksağan etrafı seyretmeyi en çok sevdikleri çatı uçlarına konmasınlar, her yer temiz kalsın, kirlenmesin binanın beyaz boyası bozulmasın, bir kanat çırpmasın diye bu insanlığın çabası.

Halbuki, Üsküdar’da Selimiye Camii’sinin, Yeni Valide Cami’sinin, Fatih Cami’si kütüphanesinin, Laleli’deki III. Selim Türbesi’nin, Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin dış yüzlerinde saçak altlarında serçe ve güvercinler korunsun, ısınsın diye ince ince işlenerek yapılmış varlığını hâlâ sürdüren serçesaraylar, kuşevleri bizim değil mi? Ne oldu bu ince düşünceli mimari kültürümüze? Tarihi eserlerimizde birbirinden güzel bu serçesaraylar, kapıları, kuşlar hava alsın diye yapılmış pencereleri, balkon şeklinde konsollarıyla her biri bir sanat eseri ve tarihi sevgiyi gösteren artık yok olmuş simgeler. Bir zamanlar var olmuş duyarlılığın işaretleri. Dikensiz, engelsiz, bencilce tek başına sahiplenilmeyen hayatın evlerin, insanlarına, mimarlarına, ustalarına ait izler.

Çocuk Kalbi Yazarı Edmando de Amicis’in İstanbul’a geldiğinde gözlemlerinde, İstanbul’un her yeri kuşlarla dolup taşmakta, serçeler evlerin pencerelerinden girip kadınların çocukların ellerinden yem yemekteler. Ve şöyle demektedir İtalyan yazar: ‘Türkler için bu kuşların güzel bir manası ve hayırlı bir tesiri vardır. Kumrular sevdaları korur, kırlangıçlar yuva yaptıkları evleri yangından muhafaza eder, leylekler her kış Mekke’ye Hacca gider, deniz kırlangıçları müminlerin ruhlarını cennete götürür.’ Demek artık ne sevdaya, ne maneviyata ne meleklere ihtiyacımız var. Kanatlar bizden uzak olsun, kirlenmesin balkonlar!

Yazının devamı Haziran 2017 sayımızda