Gamze Cizreli

Gamze Cizreli Big Chefs’in Kurucusu, Girişimci

Gamze Hanım merhaba, yoğun iş temponuzda bize ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederiz. Okuyucularımız için kısaca Gamze Cizreli ismi kimdir bize biraz anlatır mısınız?

Merhaba, rica ederim benim için büyük keyif. Diyarbakır’lıyım. Çok yönlü, tam bir Mezopotamya kadınıyım. Doktor bir baba ve ev hanımı bir annenin en küçük kızıyım. Çocukluğum babamın işi nedeniyle Konya’da geçti. O sebeple Konya Maarif Koleji mezunuyum. Ardından ODTÜ İşletme Fakültesi’ni kazandım ve mezuniyetimin ardından 3 yıl kadar Ankara’da Savunma Sanayi’nde faaliyet gösteren bir şirkette kurumsal hayatı deneyimledim. Fakat 3 senenin sonunda girişimci ruhumu daha fazla dizginleyemedim ve kurumsal hayattan istifa ederek hem iş ortağım hem de hayat ortağım olan bir okul arkadaşımla birlikte Ankara’nın ilk cafesini açtık, ardından bir kaç gastronomi markasını daha Ankara’ya kazandırdık. Sonrasında yoluma tek başıma devam ettiğim ikinci girişimcilik dönemim başladı. İşte tam da bu ruhun verdiği heyecanla 2007 yılında öz kaynaksız, tamamen banka kredisi ile BigChefs Cafe-Brasserie markasını büyük bir tutkuyla kurdum. Aradan geçen hem sancılı hem de çok keyifli bir 17 senenin sonunda geldiğimiz noktada bugün BigChefs, 8 ülkede toplam 100’ü aşkın şube ve 4500 çalışana ulaştı. 2023 Mayıs itibariyle de halka açıldı. Benim için büyük bir gurur. Bu anlamda kendimi tanımlarken ben daimi öğrenci, hayat boyu amatör ruhlu bir profesyonelim derim. BigChefs ile ben de büyüdüm, geliştim, dönüştüm… Mesela BigChefs ile özellikle son yıllarda Sürdürülebilirlik projelerine daha çok ağırlık veriyorum. “Toprağın Kadınlarından Sofralara Projesi” Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda “Özel sektörün kadını tedarik zincirine dahil ederek ekonomik ve sosyal anlamda güçlendirilmesi” alanında en iyi uygulama seçildi. Restoran işletmeciliğinin yanı sıra ODTÜ İşletme fakültesinde “Girişimcilik” dersleri de verdim bir dönem.

Ek olarak çeşitli dergi ve gazetelere gurme ve seyahat yazıları da yazıyordum ama artık ne yazık ki zaman ayırmakta güçlük çekiyorum. Çok yönlü olmaya çalışıyorum kısacası. Hatta bir dönem Kiss FM’de pazar sabahları müzik, sanat ve edebiyat üzerine radyo programı yapmıştım, sevdiğim müzikleri dinleyenlerle paylaşabilmek büyük keyifti. KAGİDER (Kadın Girişimciler Derneği) ve TURYİD (Turizm Restaurant Yatırımcıları ve İşletmecileri) başta olmak üzere olarak çeşitli Sivil Toplum Kuruluşlarında aktif olarak görev alıyorum. 2023 senesinde Forbes tarafından “50 Over 50 Europe, Middle East and Africa 2023” listesinde dünyanın fark yaratan kadınları listesinde yer aldım. Geçen sene 2023 Ekim ayında Ateşle Oynayanlar isimli kitabı çıktı. Oğul ve Ali adında iki çocuk annesiyim. Aslında ben kendimi hep girişimci olarak tanımlardım ama son yıllarda filantropist yönüm daha ağır basar oldu. Özellikle kadın girişimciliği ve sosyal sorumluluk projelerine destek vermek benim için çok önemli. İş hayatında elde ettiğim başarıyı, kadınlara ilham verecek şekilde paylaşmayı ve onları cesaretlendirmeyi kendime bir misyon edindim ve çalışmalarıma bu motivasyon ile devam etmekteyim.

Başarınızın en önemli sebebi nedir sizce?

Bana üniversitelerde veya konuşma yaptığım her alanda “size göre başarı için gereken faktörler nelerdir ” diye sorduklarında ben 3 şey söylerim; 1- kendinizi iyi tanıyarak güçlü ve zayıf yönlerinizin farkında bir kariyer inşa etmek 2- yaptığınız işi çok severek, tutkuyla yapmak 3- çok iyi bir network kurmak ve bunu doğru kullanmak Fakat hepsinden önemlisi hatta en büyük sırrı, hiç bitmeyen bir öğrenme arzusu ve tutkuyla yaptığın işe inanmaya dayanıyor. Bu elbette yüzde yüz başarılı olacağınızın garantisi değildir, başarısızlıklar ve zorluklar her zaman karşınıza çıkacaktır ama bunları fırsata çevirmeyi bilmek, yılmadan devam etmek en büyük itici güç. Bizim nesil buna sebat etmek, yılmazlık diyordu. Sonra resilience dedik, şimdi bambaşka bir kavram var ki ona artık gönülden inanıyorum. Transilience. Yani değişen şartlara hızlıca adapte olabilmek. Yeni yüzyılın en önemli özelliği bu. Bir de bunu ekibinize vizyonunuz ile yansıtabilirseniz, sürekli yeniliğe ve misafir memnuniyetine odaklanırsanız, doğaya ve topluma fayda sağlayacak işler önceliğinizse o zaman başarı kaçınılmaz daha da önemlisi sürdürülebilir oluyor.

Big Chefs nasıl ortaya çıktı? Bu yola çıktığınızda içinizde olan ışık, aklınızda olan şey neydi?

BigChefs aslında bir hayalle ortaya çıktı. İnanın ben de başlarken markanın buralara gelebileceğini düşünmemiştim. İçimde bir ateş vardı, tutkunun ateşi. Hatta bunu kitabımda da anlattım. Tüm gücümü o ateşten aldım aslında. Büyüdüğüm sofraları, aklıma kazınan tatları, doğup yetiştiğim toprakları kendi yorumumla, kendi yeni sofralarımla anlatmak istiyordum. Kurarken aklımda sıcak, samimi ve herkesin kendini evinde hissedebileceği bir mekân yaratma fikri vardı. Yerel tatları modern dokunuşlarla birleştirerek olmayan bir konsept yaratmak istedim. Bu farkı öncelikle elbette menüde yaratmak istiyordum. Yerel ile küreseli birleştirdik. Hatta mottomuz ‘think global act local” yani “Be Glocal “ Unutulan tatları yeni bir anlayışla modernize ederek menülerimize dâhil ettik. Kuru patlıcan dolması, Lebeniye çorbası, Adana’nın Bici Bici tatlısı, Diyarbakır’dan getirdiğimiz kavurmayla yaptığımız pizzalar o dönemde hiçbir cafenin menüsünde yoktu. Bir de meşhur balkabaklı cheseecake’imiz vardı tabii. Özetle menümüzün alameti-farikalarıyla rakiplerden farklılaşmaya başlamıştık. Doğduğum coğrafyanın getirdiği yaratıcılık, çok kültürlülük, çok dinlilik, çok dillilik benim avantajım oldu. O kimliğe hep sahip çıktım. Geleneği modernize ederek geleceğe taşımak için çalıştım. O kimliğin üzerine çalışarak inşa ettiklerimin, kurduğum markaların sevilip ilgi görmesinde büyük etkisi oldu. Anadolu’ya, Türkiye’ye, bu topraklara inancımdan dolayı da BigChefs diğer rakiplerden ayrıldı. Dekorasyon sıcacıktı. Şöminenin önüne deri Chesterfield bir kanepe koymuştuk, Karabağ kilimini de sehpanın altına. Akşam olunca genel ışıkları kısıyor, ayaklı lambaderleri yakıyorduk. Girişte uzun bir masanın üstünde, kocaman bir vazoda, mevsimlik kesme çiçekler misafirleri karşılıyordu. Deyim yerindeyse halka açık oturma odası tasarlamıştım. Yani aslında insanların yalnızlaşmaya, bireyselleşmeye başladığı bir dönemde sıcak bir ortam yarattık. Sanırım onları en çok cezbeden noktalardan biri de bu oldu.

Yoğun iş temposu, ailenize vakit ayırmak her şeyi bir arada başarıyorsunuz bunun sırrı nedir? Tüm bunların yanı sıra kendinize nasıl vakit ayırıyorsunuz? Yapmaktan hoşlandığınız şeyler nedir?

Bu yoğun tempoda dengeyi sağlamak elbette kolay değil ama önceliklerinizi belirlemek her şeyin anahtarı. Ailemle vakit geçirmek benim için bir enerji kaynağı. Kendime vakit ayırmayı ihmal etmiyorum. Bunun için de zamanımı en küçük parçasına kadar planlıyorum. Elbette aksadığı noktalar oluyor ama hedefim genel gidişat bozmuyor olması.

“Bizim topraklarda önce kadınlar uyanır, sonra güneş doğar,” der bir Ezidi atasözü, “çünkü güneşi kadınlar doğurur,” diye devam eder. Ben de güne çok erken başlayanlardanım. Yoksa bu denli yoğunluğa yetişebilmem çok zor. 05.30-06.00 gibi, henüz güneş doğmadan uyanıyorum. En az 1 saat kendimle kalıyorum. Bunu yapmazsam daha hızlı tükendiğimi fark ettim yıllar içerisinde. Nefes ve meditasyon çalışmalarımı yapıyorum. Ardından sabah sayfalarımı yazıyorum. Bilinç akışına göre insanın her sabah kendini kağıda dökmesi kendiyle ilgili farkındalığının artmasına çok destek oluyor. Sonrasında mevsime göre yürüyüş ve hafif bir kahvaltı ile gündelik okumalarıma geliyor sıra. Ofise geçip toplantılar, görüşmeler derken zaten saat akşamüstünü buluyor. Genelde gün akışım bu şekilde aslında. Akşamları da ailemle, oğullarımla, dostlarımla kalabalık sofralarda buluşmayı seviyorum. Tiyatro tutkum, ayda en az 3-4 oyun izlemeye gayret ediyorum. Ayrıca ağırlıklı olarak dönem kitapları okumak ve farklı kültürleri deneyimleyebilmek için seyahat etmek de bana ilham veriyor.

Çok başarılı bir kadın olarak bulunduğunuz noktada mutlu musunuz? Daha ilerisi için hedefleriniz var mıdır?

Mutluyum. Daha doğrusu yaptığım işten, kattığım değerden, ve bunun bir karşılık bulmuş olmasından ötürü tatminkar ve memnunum. Ancak , sağlığım el verdikçe, durmayı asla düşünmüyorum. Benim hayatta her zaman yaptıklarımın yanında yedekte de hedeflerim oldu. Kendimi büyümek ve gelişmek için sürekli bir yolculuk içerisinde hissediyorum.Hem de sonunun ne zaman geleceğini bilemediğimiz bir yolculuk. BigChefs ve diğer markalarım için hala hayallerim var, global bir marka haline getirmek, yeni pazarlara açılmak. yeni markalar yaratmak…Ancak artık madde dünyasından daha çok mana dünyasına yatırım yapmak istediğim bir dönemdeyim. Bu da aslında sürekli “yaşadığım dünyaya, topluma nasıl daha fazla katkıda bulunabilirim” sorusuyla uyandırıyor her güne beni. Daha fazla kadına istihdam sağlamak, daha fazla kız çocuğuna olanak yaratmak, yerel ürünlerimizi , değerlerimizi dünyaya yaymak… Genelde hedeflerim bu yönde. Bunları gerçekleştirecek araçlar peşindeyim, elimde henüz net bir harita yok ama şu konuda çok eminim; Buralardan giderken boş bir is değil anlamlı bir iz bırakmak istiyorum. Bunun için de var gücümle çalışmaya, üretmeye, değer yaratmaya devam etmek istiyorum. Bu belki bir vakıf olur başka bir proje olur henüz pişirme aşamasındayım. Her nasip vaktine esirdir diyorlar ya , sanırım biraz daha zamanım var.

Genç kadınların sizlerden öğreneceği çok şey olduğuna inanıyorum. Onlara neler söylemek istersiniz?

Bu konuya kitabımda bir bölüm ayırmıştım, gençlere 18 maddelik bir tavsiye seti yazmıştım. Birbirimizden öğrenmeye çok inanıyorum. Carl Gustav Jung’un İnsan Ruhuna Yöneliş kitabında dediği gibi: “Bir yol ayrımında bulunuyorsun, insanlık senden önce bu noktaya sık sık geldi. Bugün sana ait olan bu durum, binlerce yıldır sayısız kez yaşandı.“

Bilgi paylaştıkça çoğalır derler, ben de bu niyetlerle yaşadıklarımdan, duyduklarımdan, bildiklerimden bana kalanları süzüp paylaşmayı çok severim. Gençlere, genç kadın arkadaşlarıma öncelikle kendilerini çok iyi tanımalarını öneririm. Değerleri neler, hayatta peşinden gittikleri şey nedir bunu keşfetmek çok önemli. Değerlerimiz hayatımızın her alanında davranışlarımızı yöneten içsel bir pusula. Neyi tutkuyla yapıyorlar? Yani yaparken vaktin nasıl geçtiğini farketmedikleri, asla yorulmadıkları konu ne? Bunun peşine düşmeliler. Bir nevi hayallerinin peşinden gitmelerini, pes etmemelerini ve cesaretli olmalarını tavsiye ediyorum aslında. Yapamazsın, olmaz diyenlere kulak asmadan, gerçekten inandıkları bir şey varsa üstüne gitmeliler. Biz kadınlar bazen kolay pes ediyoruz ama işin sırrı defalarca denemek, üstüne gitmek. Bir yol tıkanıyorsa diğerini denemek, o da olmuyorsa başka kapıyı zorlamak. İş dünyası zorlu olabilir, ama kararlılık, sebat, azim ve tutku ile her engeli aşabilirsiniz. Buna yürekten inanın. Kendinizden asla vazgeçmeyin ve en önemlisi, hata yapmaktan korkmayın. Hatalar, en değerli derslerin kaynağı, çünkü düştükten sonra kalkarken aslında sıfırdan değil tecrübenizden başlıyorsunuz. Her sabah uyandığınızda kendinize şunları sorun; Benim en iyi versiyonum bu mudur? Yaptığımdan fazlası olabilir mi?

Marka olmayı hedefleyen işletmeler için önerileriniz nedir?

Bu konuda binlerce kitap, yayın, çalışma var. Bir o kadar da tecrübeli isim var ama bence temelde bazı gerçekler çok da değişmiyor. Öncelikle toplumu anlayın, çok yönlü düşünün, hizmetinizle neye çözüm olacaksınız, neden sizi seçsinler, anlamlı bir hikâye yaratın. Markalar da insanlar gibi, duygusal bağ yaşatır. Fark yaratın, birden çok alanda öncü olun. Karlı büyümenin yanına hep topluma ve çevreye yararlı işler yapmayı da ekleyin. Özgün ve tutarlı bir isim olmaya çabalayın. Sürdürülebilirlik ve teknolojiyi birlikte kullanın. Yıllar içerisinde değişen müşteri profilinizi ve beklentilerini iyi okuyun. Ekibinizi size inanan, aynı vizyonla ilerleyeceğiniz adanmışlardan oluşturun.

Yılbaşına özel hazırlıklarınız neler? Okuyucularımıza yeni yıl ile ilgili mesajınız var mıdır?

Yılın belki de sen sevdiğim zamanı Yılbaşı dönemi. Bütün sokak ve caddelerin süslenmesi, yeni bir senenin gelecek umudu ile yaşanan o tatlı telaş beni çocukluğumdan beri heyecanlandırmıştır. Ne de olsa yeni yıl aslında yeni başlangıçlar, yeni umutlar demek. Her sene mutlaka yılbaşı ağacımı kurarım. Tüm aile ve sevdiklerimizle birlikte keyifle süsleriz. Yılbaşı gecesi bazen şubelerimizde, bazen evde sevdiklerimizle birlikte bir sofra etrafında toplanırız. Bunun yanında yılbaşı gecesinde bereket olsun, birimiz bin olsun niyetiyle kapıda nar kırarım. Bu sene de umarım ritüellerimi yenileyebilirim. Bu vesile ile sevgili okuyucularımıza sağlık, mutluluk , barış ve iyilik dolu bir yıl diliyorum. Umuyorum ki, 2025 ülkemiz, dünyamız için her anlamda daha güzel bir yıl olacak.

 

Röportajın devamını okumak için sayımızı inceleyebilirsiniz.

Didem Kaşlıoğlu

Didem Kaşlıoğlu Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğdum. İlk ve ortaokulu bitirdikten sonra, 1986 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı FLÜT bölümüne girdim. 1995 yılında okulu hem bölüm hem de okul birincisi olarak bitirdim. Müzik bölümü birinciliğinden dolayı İHSAN DOĞRAMACI ÜSTÜN BAŞARI ÖDÜLÜ, okul birinciliğinden dolayı da HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ BİLİM TEŞVİK ÖDÜLÜ‘nü aldım. Aynı yıl, Mersin Üniversitesi‘nin açtığı sınavı kazanarak Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı‘nda FLÜT bölümü öğretim görevlisi olarak işe başladım. Mersin’de kaldığım 4 yıl içerisinde hem üniversite bünyesinde kurulan senfoni orkestrasında hem Mersin Devlet Opera ve Balesi‘nde hem de Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası‘nda çalıştım. Yine Mersin‘de yaşadığım dönemde, Mersin Üniversitesi Senfoni Orkestrası ile solist flütçü olarak Carmen Fantasie ve Demmerseman Flüt Konçertosu‘nu seslendirdim.

1999 yılında, yeni kurulacak olan Antalya Devlet Opera ve Balesi‘nin sınav açtığını duyunca hayatımın yönünü Antalya‘ya çevirmeye karar verdim. O yıl açılan sınavı kazanarak Antalya Devlet Opera ve Balesi Orkestrası‘nın FLÜT sanatçısı oldum. 25 yıldır bu kurumda muhteşem bir orkestra ile çalışıyorum, meslekte ise 30. yılım. 21 yıllık evliyim, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü 2. sınıfta okuyan Derin adında bir kızım var. Çok koyu bir Beşiktaş taraftarıyım.

Müzik Hayatınıza Nasıl ve Ne Zaman Dahil Oldu?

Klasik bir başlangıç olacak ama çok küçük yaşlardan beri hayatımdaydı. Hep şarkılar söylenen bir evdi bizimki, babamın sesi çok güzeldir. Ben de onu dinleyerek ve ona eşlik ederek büyüdüm. Tabii ki evde hep Türk Sanat Müziği şarkıları söylenirdi, o yüzden de ilk göz ağrım Türk sanat müziğidir.

9 yaşında, TRT Ankara Radyosu‘nun açtığı sınavı kazanarak Çocuk Korosu‘nda çalışmaya başladım. Aynı dönemde, benim Türk sanat müziğine olan düşkünlüğümü gören ailem bana SADİ HOŞSES‘ten ud ve nazariyat dersleri aldırmaya başladı. Ancak hocanın rahatsızlanması sebebiyle birkaç ay sonra dersleri bitirmek zorunda kaldık. TRT‘de çalıştığım dönemde hem çocuk programlarında hem de Adile Teyze ile Uyku Saati programındaki birçok çocuk şarkısını seslendirdim. Çocuk programlarında sunuculuk yaptım. 14 yaşına kadar çocuk korosunda çalışmaya devam ettim. Bu sayede müzik hayatımın merkezine oturdu. TRT ile olan bağımı konservatuvar yıllarında da koparmadım. Bir süre SUSAM SOKAĞI programında çalıştıktan sonra başka çocuk programlarında, kurduğumuz küçük orkestra ile çok güzel çalışmalar yaptık.

Konservatuvar Günleri

TRT benim için çok önemli bir okul oldu. Orada yaptığımız çalışmalar beni konservatuvara yönlendirdi. Konservatuvara gitmek istediğimi aileme ilk söylediğim zaman çok kesin bir tavırla hayır dediler. O yıllarda…

benimki gibi konservatuvarı hiç bilmeyen aileler için pek kabul gören bir okul değildi Ayrıca ben ortaokulu bitirmiştim ve okula girersem yeniden, bu sefer tüm müzik dersleri ile birlikte ortaokulu okumam gerekiyordu. Bunu kabul etmek istemediler. Ama kafama koyduğum şeyler konusunda çok inatçıyımdır. Kararımın arkasında durdum, ısrarla çalışmalarıma devam ettim ve sonunda aileme sınava girmeyi kabul ettirdim.

Oldukça zorlu sınavlardan sonra okulu kazandım ve FLÜT bölümü öğrencisi oldum. Uzun kulak eğitimi sınavları ve fiziksel yeterlilik sınavından sonra istediğimi elde etmenin tarifsiz mutluluğuyla derslerime dört elle sarıldım. Biz çok şanslı bir dönemdik. Hikmet Şimşek, İlhan Baran, Necil Kazım Akses, Nevit Kodallı gibi büyük müzik hocalarıyla çalışma imkanı buldum. Sevdiğim işi yaptığım için çalışmak bana hiç zor gelmezdi. Lisans döneminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası‘nda çalıştım. Gürer Aykal, Rengim Gökmen gibi birçok şefle çalışıp orkestracılığımı güçlendirdim. Aynı dönemde Devlet Tiyatrolarında Murathan Mungan‘ın MAHMUT İLE YEZİDA oyunun orkestrasında çaldım. O dönemde yaptığım orkestra çalışmaları ile bir orkestracı olmaya karar verdim.

Konservatuvar zor bir eğitim süreci ve sanat bir disiplin işi bence. Eğer günlük çalışma rutinlerinizi bozarsanız enstrümanınız size hemen küser. Ben bu çalışma disiplinini okulda kazandım ve hayatımın her alanına mümkün olduğunca oturtmaya çalıştım.

Klasik müzik ve flüt alanına nasıl yönlendiniz?

Türk sanat müziğine olan düşkünlüğümden dolayı 11 yaşındayken Mimar Sinan Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarına gitmek istemiştim. Ama yaşım küçük olduğu için ailem yatılı okula göndermek istemedi. Ben de o dönemde TRT de çalıştığım için koro hocalarım sayesinde klasik müziğe yönlendim.

Konservatuvar sınavlarına girdiğimde aslında viyolonsel çalmak istiyordum. Ama sınav jürisi, parmaklarımdaki bir rahatsızlık sebebiyle yaylı enstrüman çalamayacağımı ama eğer istersem dudak ve diş yapımın flüt için çok uygun olduğunu söylediler. Ben de anında kabul ettim. İyi ki de etmişim…

Hem flüt sanatçısı hem de solistlik yapıyorsunuz hangisinden daha çok keyif alıyorsunuz?

Ben çok kısa bir dönem solist olarak şarkı söyledim. Onun dışında Ankara‘da , Mersin‘ de , Antalya‘da büyük orkestralar ile solist flütçü olarak birçok eser seslendirdim. Tabi ki flüt çaldığım zaman benim için çok özel.

Antalya Devlet Opera ve Balesi

ANTDOB bu sene 25. Yılını kutlayan bir opera ve ben ilk günkü çekirdek kadrodan itibaren bu kurumda olmaktan gurur duyuyorum. İlk yıllarda çok zor şartlar altında çalıştık ama çok şanslı bir ekibiz çünkü ilk günden beri her şartta bizi yalnız bırakmayan muhteşem bir seyirciye sahibiz. Oldukça dolu bir programız var. Seyircimize en güzel opera ve bale eserlerini sergiliyoruz. Haftada 3 akşam temsilimiz, çocuk oyunlarımız var. Küçük seyircilerimiz çok seviyor. Ayrıca temsillerden önce FUAYE SOHBETLERİ adı altında seyircilerimizin sorularını yanıtladığımız bir çalışmamız var. Tabi ki sosyal sorumluluk projelerimiz var. Okullarda eğitim vermek, klasik müziği ve enstrümanları tanıtmak için küçük konserler yapıyoruz. Küçük seyircilerimizi eserlerin hazırlık aşamalarını görüp öğrenmeleri için gündüz saatlerinde operamıza davet ediyoruz. Bir de bizim için çok önemli olan Aspendos Opera ve Bale Festivali var. Eskiden daha fazla yabancı şef, solist , orkestra gelirdi ancak pandemiden sonra ev sahibi opera olarak neredeyse tüm eserlerde bizim orkestramız çalıyor. Tabi ki arka arkaya büyük prodüksiyonlara çalmak Antalya‘nın çok sıcak ve nemli yazlarında zor oluyor ama mükemmel orkestramız her türlü zorlu işin altından kalkıyor. Mükafatımız da seyircimizin içten alkışları …

Genç Yetenekler İçin

Biraz önce de söylemiştim sanat bir disiplin işi… Eğer bu mesleği yapmak istiyorlarsa en önemli şey çalışmak, çalışmak , çalışmak… Ben çok yararını gördüm. Bu kararı verdikten sonra hayallerinin peşini hiç bırakmasınlar.

Müzik sonsuz bir dünya müziğin içinde hangi alanda yer almaları gerektiğine genç müzisyenler nasıl karar vermeli?

Bence bu verilecek bir karar olmamalı. Hayal güçleri, hayat akışları, yaşam enerjileri onları olması gereken yere götürecektir. Çok teşekkür ederim.

Prof. Dr. Sühan Ayhan

Müzisyen ve Toplum Gönüllüsü bir Plastik Cerrahın Yolculuğu, Prof. Dr. Sühan Ayhan / Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1969 yılında Ankara’da doğdum. 1986 yılında Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nden, 1992 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1992–1998 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı’nda Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanlık Eğitimimi tamamladım.

1998–1999 yılları arasında, Amerika Birleşik Devletleri, Cleveland, Ohio’da, The Cleveland Clinic Foundation, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniğinde 1 yıl boyunca deneysel mikrocerrahi alanında çalıştım. 2000 yılında, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı’na Öğretim Görevlisi olarak atandım. Aynı üniversitede 2001 yılında Yardımcı Doçent oldum. 2002 yılında Stephen S. Kroll Bursu ile 3 ay süreyle Belçika’daki Gent Üniversitesi Plastik Cerrahi Kliniğinde “Perforatör flepler ve meme rekonstrüksiyonu” alanında klinik fellow olarak çalıştım. 2004 yılında Doçentlik sınavında başarılı olarak Doçent ünvanı kazandım. 6 yıl sonra Nisan 2010’da aynı üniversitede Profesör olarak atandım. 2007-2011 yılları arasında El Cerrahisi Bilim Dalı Başkanlığı, 2004-2012 yılları arasında Koordinatörler Kurulunda Başkoordinatör Yardımcılığı görevi yaptım. Aynı zamanda 2004-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı bünyesinde Klinik Beceri Eğitimi Kurulu Başkanlığını yürüttüm. Şubat 2022’den bu yana Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı olarak görevimi sürdürmekteyim. Aynı zamanda üniversitedeki görevinin yanısıra 2010 yılından bu yana muayenehanemde serbest hekimlik yapıyorum.

Yurt dışı ve yurt içi olmak üzere toplam 139 bilimsel makalem, bu makalelere yapılan 800’e yakın atıflarım, 7 adet kitap bölümü yazarlığı,m 1 adet kitap bölümü çevirim ve 2 adet kitap çevirim var. Aynı zamanda Türk Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği, Rekonstrüktif Mikrocerrahi Derneği, Yara Bakım Derneği gibi ulusal ve European Association of Plastic Surgeons (EURAPS), Pyrenean Club of Plastic Surgeons gibi uluslararası derneklerin üyesiyim. 2006-2016 yılları arasında Rekonstrüktif Mikrocerrahi Derneği’nde, 2008-2016 yılları arasında Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalıştım; 2014-2016 yılları arasında Rekonstrüktif Mikrocerrahi Derneği Başkanı, 2018-2021 yılları arasında da Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Başkanı olarak görev yaptım.

Klinik ilgi alanlarım arasında, estetik ve rekonstrüktif meme cerrahisi, estetik cerrahi, kanser ve travma sonrası rekonstrüksiyon, mikrocerrahi; akademik ilgi alanları içinde de tıp eğitimi, klinik beceri eğitimi, mikrocerrahi eğitimi bulunuyor.

Hem hekimliğe hem müzisyenliğe aktif olarak devam ediyorsunuz. Hangisi sizin asıl mesleğiniz olarak görüyorsunuz?

Asıl mesleğim hekimlik tabii ki… Ama ikisini bir arada tutan bazı sebeplerim var tabii ki…

Müziğe nasıl başladınız?

Müzik eğitimine son derece önem verilen ve Milliyet Gazetesi’nin Liselerarası Müzik Yarışmalarında her sene derece yaparak birçok müzisyenin yetişmesine katkı sağlayan bir okul olan Ankara Atatürk Anadolu Lisesi mezunuyum. Müzikle tanışma serüvenimi “Arkadaşlarımın gitarlarını çalarak başladım” diye anlatırım genellikle… Lise hayatımda aldığım derslere ek olarak, Ankara Üniversitesi Çok Sesli Korosu’nda şarkı söylemek müzik eğitimimin temelini oluşturdu. Üniversite yıllarımda Orkun Yazgan, Dr. Selim Öncel ve Dr. Efsun Öztürk ile bir araya gelerek “Grup Günışığı”nı oluşturduk ve bu grupla 1990 yılında TRT Ankara Radyosu’nun açtığı yarışmada Grup dalında birincilik ödülü aldık. Bununla birlikte hayatımda yarışmalar dönemi başlamış oldu. 1991 yılında TRT Altın Anten Şarkı Yarışması’nda Can Atilla’nın “Son Çizgiler” adlı eseri ile solist olarak yarıştım. Efsun Öztürk’ün ayrılması ile yolumuza “Grup S.O.S” olarak devam ettik. 1995 yılında TRT Altın Anten Şarkı Yarışmasında, Orkun Yazgan’ın “Beni Özleme” adlı eseri ile yarıştık ve dördüncü olduk.

Meslek yaşantıma 1992 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalında asistan olarak başladım ve ağır cerrahi eğitim sürecimde bile müzikten kopmadım. O yıllarda, yarı profesyonel olarak müzik yaparken Ankara’da çeşitli mekanlarda sahne aldık. 1996 yılında, Grup S.O.S’e müzisyen Suat Yıldırım’dan gelen bir teklif, Eurovision Şarkı Yarışması yolunu açtı. Bu, çocukluğumuzdan beri hayalini kurduğumuz bir fırsattı. O yıl, Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye Finallerinde Suat Yıldırım’ın “Sevgiyle” adlı eserinde solist Zeynep Poyraz’a arka vokal olarak yer aldık. O yarışma aynı zamanda eşim Pınar ile tanıştığım ve aynı yolu 1997 yılında ise bu kez Pınar Karakoç ve Grup S.O.S. olarak Erdinç Tunç’un “Sen Nerede Ben Orada” adlı eseriyle yarışarak ikinci olduk. 2000 yılına geldiğimizde yaşamımızda yeni yollar açacak olan yeni bir dönem başladı ve Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye Finalinde, Pınar Ayhan ve Grup S.O.S. olarak, sözleri Pınar Ayhan ve Orkun Yazgan’a, müziği bana ait olan “Yorgunum Anla” adlı eser ile birinci olduk. Ardından 13 Mayıs 2000’de Stockholm, İsveç’te düzenlenen 45. Uluslararası Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye’yi temsil ettik ve 59 puan alarak 24 ülke arasında 10. sırayı elde ettik.

Eurovision Şarkı Yarışması’ndan döner dönmez, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalına Öğretim Görevlisi olarak atandım ve Plastik Cerrahi alanında akademik kariyere başladım. Müzik alanındaki kariyerim profesyonel alana taşınmadı ama Ankara’da uzun yıllar Pınar Ayhan ve Grup S.O. S olarak sahneye çıktık. Mesleğim, hastalarım, ameliyatlarım, öğrencilerim, asistanlarım, derslerim, Doçentlik, Profesörlük derken, sahne çalışmaları yavaş yavaş azalıp bitti ama sonrasında da müzik alanındaki çalışmalarıma eşim Pınar Ayhan ile birlikte devam ettim. Onun 2012 ve 2014 yılında yayınlanan albümlerinde ortak eserlerimiz bulunuyor. Ayrıca askerlik arkadaşım olan Dr. Ferhat Göçer’in ilk albümünde yer alan “Aşkların En Güzeli” adlı eseri, benim ve Ferhat Göçer’in ortak çalışmasıdır. 2015- 2016 yılları arasında eşim Pınar Ayhan’ın internet üzerinden canlı yayınlanan ve birçok ünlü sanatçının misafir edildiği aylık konserler dizisi olan “Misafir Şarkılar” projesini birlikte yürüttük. 2022 yılında iki şarkıdan oluşan “Kendimce” adlı tekliyi yayınladım. 2023 yılında ise kendi eserlerimi topladığım ve senfonik olarak yorumladığım “Önceleri” adlı albümü yayınladım.

Neden müzik ve hekimliği bir arada seçtiniz? İkisinden de kopamadığınızı düşünüyorum?

Hekimlik mesleğinin içinde hem bilim hem sanat var. İnsanların fiziksel ve ruhsal sorunlarını tedavi etmek için onlara dokunurken hem bilimsel hem sanatsal yönden güçlü olmak zorundasınız. Sadece güzel sanatlar değil elbette, iletişim sanatı da hekimliğin temel direklerinden biri. İnsan bedeni en yüce sanat eseri. Plastik cerrahi de bilim ve sanatın bir araya geldiği ve insan bedeninde mucizevi değişikliklere sebep olabildiğiniz, yaşamın kalitesini ilgilendiren koskocaman bir alan. Bilim dünyayı yaşamayı kolaylaştırırken, sanat dünyayı yaşanabilir kılıyor. İşte tüm bu nedenlerle, hekimlikle benim sanatı yaşama biçimim olan müziği ayırmak benim için kolay değil.

İki işi bir arada yürütmek, sizin için zor oluyor mu?

Elbette kolay değil. Sadece bu ikisi değil, aynı zamanda hayatımda eşim Pınar Ayhan ile birlikte 2020 yılında kurduğumuz Tohumluk Sosyal Yardımlaşma Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı var. Bu Vakıfta İletişim Komitesi Başkanlığını yürütüyorum. Burada Vakfın web sayfası, sosyal medya hesapları ve kurumsal iletişim stratejisinin sorumluluğunu taşıyorum. Öte yandan eşim Pınar Ayhan’ın sahnelemekte olduğu “Orada Duruverseydi Zaman”, “Kemal”, “Dinle Çocuk”, “Mızrak Duruşlu Kadınlar” ve benzeri müzikal belgesel eserlerin görsel ve teknik yönetmenliğini de ben yapıyorum.

 

Röportajın devamını okumak için sayımızı inceleyebilirsiniz.

Şeyda Akova Balcıoğlu

Başarılar ile dolu, önemli projelerde yer alan, Şeyda Akova Balcıoğlu ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Şeyda hanıma bize vakit ayırdığı ve içtenliğinden dolayı teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim. Life in Life Dergisi severek takip ettiğim bir dergi. Sizden röportaj teklifi gelince çok mutlu oldum.

Şeyda hanım merhaba, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Çok şehir değiştiren bir ailenin, ikinci çocuğu olarak 1965 yılında Sivas’ta doğmuşum. Sivas-Yozgat-Kayseri ve Diyarbakır’dan sonra çok sevdiğim İzmir’de iyi ki dediğim Bornova Anadolu Lisesinde orta ve lise öğrenimimi tamamlayıp, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesinde 2 yıl okuduktan sonra Ankara’ya gelerek 1985 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarına girdim. 1989 yılında mezun oldum, aynı yıl Adana Devlet Tiyatrosunda çalışmaya başladım. 1995 yılında Ankara Devlet Tiyatrosuna tayin oldum. O yıldan itibaren Devlet Tiyatroları’ndaki görevime devem etmekteyim.

Tiyatro yaşantınız nasıl başladı? İzlediğiniz bir oyunun ya da oyuncunun etkisi oldu mu? En sevdiğiniz oyunu ve tiyatrocuyu bizimle paylaşır mısınız?

Tiyatroya başlama hikayem çok ilginçtir; öyle çocukluğumda tiyatro sahnesi tozu falan yutmadım. Yazlık komşumuz rahmetli Meliha Ars’ı çok severdim ve yaşama biçimini çok takdir ederdim. Onun hayatına özendim ve konservatuvar sınavına girdim, kazandım. Çok başarılı bir sınıftık. Levent Ülgen, Ahmet Mümtaz Taylan, Laçin Ceylan, Eray Eserol, İlham Yazar en tanıdık olanlarınız, birbirine tutkuyla bağlı ve çok çalışkandık. Çalışkan olmamızda bize önderlik eden, bizden yaşça büyük olan Levent Ülgen idi. Hakkını teslim etmeliyim.

En sevdiğim oyun Arthur Miller’ın Orkestra adlı oyunudur. Ayşe Emel Mesci ile çalışmıştık. Tadı damağımda kalan bir oyundur. Bir de Temiz Ev adlı oyunu çok severek oynamıştım.

Türkiye’de sanat yapmak ve sanatçı olmak nasıl bir duygu?

Coğrafyamızın zorlu koşullarına eşlik eden zorlukları biz de yaşıyoruz. Ama benim özellikle önemsediğim kadim Anadolu topraklarının kültürünü, değerlerini koruyabilmek kıymetini fark edebilmektir, tabi Dünya’daki diğer kültürleri yok saymadan. Dünya küreselleşiyor, diğer tüm kültürlerin en değerli örneklerini topluma aktarmalıyız.

Kendinizi topluma karşı sorumlu hissediyor musunuz?

Evet, kendimi sorumlu hissediyorum. Öğretmen bir annenin sorumluluk duygusunu fazlaca öğrettiği bir kızı ve Devlet Tiyatro’su sanatçısı olarak, en azından ulu önderimiz Atatürk’ün “halk her yüz kilometrede bir kültür merkezine ulaşabilir olana kadar Devlet Tiyatroları görevini sürdürecektir” cümlesi gerçekleşene kadar görevimiz ve misyonumuz bitemez. Ha benim ömrüm biter o ayrı. Bu arada, gerçekten kalite ve nitelik göz ardı edilmemeli. Türk ve Dünya kültürünün en iyi örneklerini sunmakla yükümlüyüz. İnsana, insanı, İNSANCA anlatmalıyız.

 

Röportajın devamını okumak için sayımızı inceleyebilirsiniz.

Barbaros Büyükakkan

Klasikten Caz’a, müzikallerden pop müziğe kadar farklı tür ve dillerdeki repertuvarı ile dünya müziğinin en güzel örneklerini sunan Barbaros, sunduğu performanslarıyla klasik ve pop müzikteki başarısını

kanıtlarken, kariyeri boyunca müzikallerde de başrol oynadı.

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Opera Şan Bölümü mezunu olan ve konuştuğu Fransızca, İngilizce, İtalyanca ile Yunanca’ya ek olarak Portekizce, İspanyolca, Arapça, Rusça şarkılardan oluşan bir repertuvar da seslendiren sanatçı, son olarak Barış Manço’dan “Evelallah” şarkısını dinleyici ile buluşturdu. Önümüzdeki günlerde söz ve müziği Sadettin Dayıoğlu’na ait yeni bir şarkıyı dijital platformlarda dinleyicilerle buluşturacak olan sanatçı, ayrıca Balkanların en önemli seslerinden Lena Kovacevic ile bir düet yapmaya da hazırlanıyor.

Barbaros ile müzik kariyeri ve gelecek projelerini konuştuk.

Banı müziği eğitiminden geliyorsunuz ama opera dışında sahnede ve albümlerde sizi her tarzda dinliyoruz. Barbaros müzikal anlamdaki bu çeşitliliği neye borçlu?

Her stilin kendine has özellikleri var, stil bilginiz yerindeyse ve sesiniz stil değişiklerine uygunsa farklı tarzlar arasındaki geçişler bir şarkıcı için çok keyifli. Bu topraklar müzikal anlamda çok zengin. Ben eğitim olarak opera şan eğitimi aldım. Yıllar içinde pop müzikten caza birçok tarzda ve dilde şarkılar soyluyorum. Her birinde farklı bir ruh ve hissiyat var birbirinden ayırmam çok zor. Çocukluğumdan bu yana Türkiye’den Barış Manço, Tanju Okan, Cem Karaca, Sezen Aksu, Dario Moreno, yurt dışından ise Tom Jones, Frank Sinatra, Adriano Celentano, Charles Aznavour, Dalida, Mina şarkıları dinleyerek büyüdüm. Hala da sahnede keyifle soyluyorum.

Hiç kendi yazdığınız şarkılarım sesi oldunuz mu? Evet. Yazdığım şarkılar var. İkinci albümünde kendi yazdığım şarkılarımı da söyledim. “Yeter”, “Biçilmiş Kaftan”, “Thanet” şarkılarımın söz ve müziği bana ait. “Buraya kadar” şarkısmı da sözlerini yazmıştım. Dinleyici ile paylaşmaya değer bulduğum şarkılarımı söylemek benim için tarifsiz bir mutluluk

Sizdeki müzik tutkusu nasıl başladı?

Müzik dinlemek, şarkı söylemek bana hep çok iyi geldi. Akabinde lise orkestralarıyla yarışmalara katıldım, dereceler aldık, okulda konserler verdik. Ardından konservatuvar dönemleri… Profesyonel anlamda müzik yapmam ise Grup Rapsodi ile oldu. O tutkuyu hissettiğinizde, nasıl ve hangi anda başladığını hatırlamıyorsunuz.

Pandemi özellikle müzik sektörünü çok olumsuz etkiledi. Sizce bu süreç bizlere neler öğretti?

Herkes kendi hayatıyla ve dünyayı algılama biçimiyle yüzleşti bence. Sevdiklerimizin ve sağlığımızın değerini anladık. Tabii ki herkesin çıkaracağı mesaj kendine özel. Bu süreçte de elbette, doğa kendini temizledi, hepimizin bildiği üzere hava ve deniz kirliliği ciddi oranda azaldı. Umarım tüm dünya bu günleri unutmaz ve devletler iklim ve doğaya daha özen gösteren politikalar güder.

Müzikal tiyatro hayatınıza nasıl girdi?

Aslında zaman içinde gelen teklifleri değerlendirdim ve müzikal olduğu için de seve seve kabul ettim. En başta tiyatro sahnesinde yer almak gibi bir düşüncem yoktu. 2009 yılında Enis Fosforoğlu Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu “Seni Seviyorum, Mükemmelsin, Şimdi Değiş“ ve Zorlu’da sahnelenen Tahir ile Zahre müzikalinde başrol oynadım. Ama yapabileceğim ve keyif alacağıma inandığım projelerin içinde her zaman olmaya devam edeceğim.

Müziğin dili ile farklı dilleri bir araya getiriyorsunuz sırrınız ne?

Akıcı olarak Fransızca, Ingilizce, Italyanca ve Yunanca konuşuyorum bu dillere ek olarak Windo Portekizce, İspanyolca, Arapça ve Rusça şarkılarda

Pınar Ayhan

Bugün sizlerin de yakından tanıdığı muhteşem bir sese sahip, Türkiye’de kadınların başarısı dediğimizde akla ilk gelen isimlerden biri olan, bir çok başarılı projeye imza atmış, Cumhuriyetin 100. yılına en çok yakışacak isimlerden biri olduğunu düşündüğüm sevgili Pınar Ayhan ile Cumhuriyeti, edebiyatı, sanatı ve Pınar Ayhan’ın yeni projelerini konuşacağız.

Merhaba Pınar Hanım, öncelikle edebiyat okuduğunuzu, şarkı söylemeyi ve mesleğinizi çok sevdiğinizi biliyorum. Fakat müzikal belgesel yapmak ‘’Orada Duruverseydi Zaman’’ ve ‘’Kemal’’ bunlar muhteşem işler, nasıl akla geldi nasıl bir çalışma sonucu ortaya çıktı?

Yıllarca TRT’de programlar sundum, hatta o kadar ki arka mutfağında da yer aldım ve televizyonculuğu, yayıncılığı öğrendim. Çok da keyifle yaptım bu işi ve üstelik öyle tek tip bir program yapmadım ben. Müzik programı da sundum, şarkılar da söyledim, edebiyat programları, sağlık programları, sosyal sorumluluk programlar, teknoloji ile ilgili pek çok çeşitli işte yer aldım. Bunu neden söylüyorum, özellikle vurguluyorum çünkü beni biriktiren, beni yetiştiren ve çoğaltan işlerdi bunlar.

TRT’de program yapmaktan sonra, şarkıcılık yapmaktan sonra ne biliyim radyodan sonra artık bir gün geldi ve TV programlarım sona erdi. Öyle bir yaşta sona erdi ki topluma karşı benim idrakim artmıştı. Hayata ve kendime sorgulamalarımın arttığı bir dönemdi. Ülkemizin bulunduğu durum, dünyanın bulunduğu durum, artık yavaş yavaş ne yapmak lazım, başka bir şey yapmak lazım, dediğim bir dönemdi. Ve tamda bu dönemde oğlum Yankı Ayhan, 15 yaşındayken, ona sanatın her dalını sevdirmek için çeşitli sanat etkinliklerine götürüyoruz, tiyatrolara götürüyoruz, opera işte sanatsal her türlü etkinliğe götürmeye çalışılıyoruz. Fakat nedense Yankı sıkılıyor, keyif almıyor gibi ve eyvah dedim! Çocuk sevmeyecek bu işi. Oğlum dedim bize son bir şans daha ver, bir gösteri var onu da izleyelim dedik. Benim dördüncü izleyişimdi biliyorum; Sunay Akın’ın ‘’Görçek’’ gösterisini izlettirdik. Maaile gittik hep birlikte o gün. Tabi ben çok seyrettiğim için artık ben Yankıyı seyrediyorum, Yankı sahneyi seyrediyor ve bütün gösteri boyunca onun o gözündeki ışığı seyrettim, coşkusunu, heyecanını seyrettim. Ben onu alkışladım, o sahneyi alkışladı ve sonra çıktık, dedim ki nasıl buldun peki? 15 yaşındaki Yankı bana; Anne işte bana böyle entelektüel şeylerle gelin dedi. İşte orada he dedim. Demek ki 15 yaşında Yankı aslında beğenmiyor değilmiş, sadece farkındaymış her şeyin ve daha iyisini, daha derinini istiyormuş daha yeni çalışmalar ve daha dolu dolu şeyler istiyormuş, hissetmek anlamak istiyormuş. İşte o zaman çok büyük bir görev üstlendim ben.

O zamana kadar ben birikimlerimi cebime koymakla birlikte, gençlerin bizden daha çok çalışmamızı istediklerini anladım. Gençler bizden araştırmamızı, öğrenmemizi ve onlara da bunları anlatmamızı istiyorlar dedim. O zaman karar verdim televizyon madem sona erdi sahnelerde insanların gözüne bakarak o salonda birlikte yarattığımız enerjiyi, sinerjiye dönüştürerek ve öğrenmeyi, gerçek anlamda öğrenmeyi yaşayarak yapmalıyım işimi dedim ve okumaya öğrenmeye başladım. Yakın tarihimizi okumaya başladım. Tabi bu sırada amaçlı okumaktan bahsediyorum zaten okumayı seven bir insanım ama artık bir amacım vardı, bir hedefim vardı ve sahneye bir eser koymak istiyorum. Yakın tarihimizi anlamak için elime aldığım kitaplardan ilki, kütüphanesi çok geniş olan, rahmetli babamdan kalma bir kitaptı ve kitabın ismi Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşıydı. Bu kitabı elime aldım okuyup bitirdikten sonra öyle şaşırdım, öyle heyecanlandım ki, biz Türk kurtuluş savaşını okullarda öğretmenlerimizin bize öğrettiği kadarıyla biliyorduk ama başka başka mecralarda, başka gözlerde nasıl yansıdığını neler düşünüldüğünü o zaman anladım.

Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı nasıl yansımış derken başka başka basınlarda derken iyi niyetli kötü niyetli ardında başka niyetleri olan bakışlardan okumalar derken hakikaten ben tarihin içinde buldum kendimi ve çok heyecanlanmaya başladım. Her okuduğum kitabın kendisiyle yetinmeyip dip notlarındaki kaynakçıların kitaplarını da okumaya başladım. Kapı kapıyı açtı bilgi bilgiyi açtı ve ben inanılmaz bir dünyanın içinde buldum kendimi, neden bu zamana kadar bunları biz bilmemişiz, okumamışız bize sunulan resmi tarih bizi belli bir yere kadar götürebilir ancak bunu çok net bir şekilde söyleyebilirim yüz birimlik bir yolun on bir binin de kalırsınız o kadar iddialıyım, eğer sadece bize dayatılan bize verilen resmi tarihle kalırsanız, araştırmadan devam etmezseniz, öğrencilere de söylediğim şey budur mutlaka yan kaynaklardan dışardan da okuyun merak duyduğunuz konuları diye.

Kaç yıl sürdü Pınar Hanım?

Çalışma alt yapımız bizim net iki yıl sürdü. Ekibimi kurdum hemen çünkü bu önemli bir konuydu tarih anlatacağım ve bunu edebiyatla, müzikle siz sordunuz ya edebiyatçısınız müzisyensiniz diye bütün işte televizyonculuğumla bütün bunları birleştireceğim. Çünkü İngiliz edebiyatı okudum ama ben edebiyat okumayı öğrendim çünkü edebiyatın içinde sosyoloji var, tarih var, sanat var, hepsi var. Tam da mesleğim gibi sahneye koymaya karar verdim.

Türkiye için güzel işler yapıyorsunuz. Müzikallerde anlattığınız hikayeler yakın tarihimiz olmasına rağmen ya hiç duymadığımız veya duyup o duyguyu yaşayamadığımız hikayeler. Gösterinizi izlememin üzerinde beş yıl geçmesine rağmen bize hissettirdiğiniz duyguların tarifi yok. Müzikaller devam edecek mi? Yeni projeleriniz var mı?

Evet yeni projelerimiz var ismi ‘’Dinle Çocuk’’ bir yıldır devam ediyor. İlkinin adı ‘’Orada Duru Verseydi Zaman’’ ikincisi ‘’Kemal’’ üçüncü eserimizde ‘’Dinle Çocuk’’ içeriği yine tarih ama bu defa prodüksiyonu biraz genişlettim tamamen ben yazdım bu oyunu. Niye ben diyorum birazda kendimi anlatıyorum, kendimden yola çıkarak. Sahnede bu defa yalnız değilim bir genç kızım var ve bu ülkemizin son yıllarda yaşadığı, gençlerimizin gitmek istiyorlar durmak istemiyorlar çaresiz hissediyorlar bir çıkış yolu arıyorlar tamda bu duygular içerisinde bir genç kızım var sahnede ve de tıp ki benim gençliğim gibi bir müzisyen bir şarkıcı hem okuyor hem işte sahne alıyor bir yerlerde. Sahneye çıkıyor şarkısını söylüyor çok eğlenceli, çok mutlu görünüyor ama eve gittikten sonra kendi karanlık dünyasına geri dönüyor ve işte arkadaşları ile sohbetlerinde ben artık çok sıkıldım gitmek istiyorum bir gün durmam bir fırsatını bulsam gibi telefon sohbetleri yapıyor. Derken daveti reddediyor. Siz gidin, ben istemiyorum, kitap okuyup uyuyacağım diyor. Rafında da iki kitap var, çok derinleşememiş. Canı da sıkkın zaten, fırsatı da yok, merak da etmemiş, yönlendirende olmamış ne okuyacağını da bilmiyor dolayısıyla o koca rafta iki kitap var ve o iki kitaptan birinin adı dinle çocuk. Kitaptan almasıyla hikâye başlıyor ve sahneye ben giriyorum. Sahnenin bir tarafında o modern bir yatak odasında bir tarafında da tarihten kopmuş gelmiş ben, anlatıcı benim. O gencin okuduğu her şeyi ben sahnede izleyiciye anlatıyorum ve onun adım adım okudukça aydınlanmasına şahit oluyor izleyici. Afife Jale’nin hikayesi ile başlıyorum. ‘’Afife Jale’’ Atatürk’ün, ‘’Ben onun sayesinde halifelik aldım’’ dediği bir sanatçı. Ayrıca orada Kaç biraz tabi tüm kadın sanatçılara armağan özellikle başta kendim olmak üzere o burada bir sunumdur, bir armağandır. Kadını anlayın kıymetini bilin hikayesidir ve aslında sanatçı olan bir gecede kıymetini bil hikayesidir. Efendim dinle çocuk bu anlamda benzer ve son çalışmamızdır. Onun dışında da küçük küçük doğurdu bu projeler daha kısa versiyonları oldu çünkü benim bu hikayeleri anlatmam lazım. Okudukça bende kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Üniversitelere, okullara gidiyorum oralarda da küçük küçük anlatıyorum. Baştan son bir prodüksiyon gerekmeye bilir anlatmak için diye hazırlıklıyım o yüzden. Her davete cevap vermeye çalışıyorum. Bu salgın döneminde, evlerden çıkamayınca da anlatmaya devam ettim ve ‘’Ama ne hikâye’’ adında bir seri hazırladım. 20-25 hikâye paylaştım. Onlar çok ilgi çekti, dünyanın her yerinden dönüşler aldım. Dolayısıyla tabi ki devam edecek projelerim. Etmek zorunda, bendeki bu aydınlanmayı herkes yaşamalı. Atatürkçüyüm diyen Atatürk’ün o aydınlanma yolundan onun zihniyetinden yürüyen, zihninin açtığı yollardan yürüyen herkesin bunları bilmesi bu hikayeleri bilmesi gerekiyor.

Anjelika Akbar

Anjelika Akbar
Besteci ve piyano sanatçısı

Anjelika Akbar kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Aslında Anjelika Akbar kimdir sorusuna çok sade cevap verebilirim. Görünüşe göre ben besteci ve piyanistim, eğitimciyim. Ve müzik eğitimi açısından geçilebilecek en yüksek derecelere kadar ulaşmış gibi görünsem de, aslında kendimi her an müzikte ilk adımları atıyor gibi hisseden biriyim. Son yıllara kadar dünyaya müzik için geldiğimi düşünüyordum. Ama daha sonra anladım ki benim asıl amacım ve görevim insan olmak. İnsan olmak kolay değil ve çok çalışma ister. Ve bu insanolma yolculuğunda benim için çok güzel bir yol arkadaşıdır müzik. Kendimi öyle anlatabilirim.

Türkiye’ye nasıl geldiniz? Ülkemizde mutlu musunuz?

Henüz Sovyetler Birliği dağılmadan önce eşimle birlikte Türkiye’ye UNESCO üyesi olarak geldim. Uluslararası bir film projesinde eşim senaryo yazarıydı, ben ise bestecisiydim. Türkiye’ye geldiğimiz zaman karnımda büyük oğlumu taşıyordum ve doğum için burada kalmak icap etti. Daha sonra bir iki ay oğlumu biraz yetiştireyim,
seyahate hazır olabilsin diye beklerken Sovyetler Birliği dağıldı. Ve orada başlayan olaylar sonucunda annem ve ailem bu şekilde bebekle o karışık zamanda dönmemem gerektiğini söylediler. Fakat aslında ben ilk günden beri Türkiye’ye aşık oldum ve kalbim burada benim yaşayacağım yer olarak Türkiye’yi gösterdi. Dolayısıyla olaylar
böyle geliştiği zaman hiç benim için şaşırtıcı olmadı ve ben kalbimi dinleyen bir insan olarak bütün hayat boyunca bu anlamda da kalbimi dinledim ve artık burada kaldım. Türkiye’de tabi ki mutluyum çünkü öyle olmasaydı burada bu kadar yıl kalmazdım. Türkiye vatandaşı da olmazdım. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra çok
geniş, milletler anlamında karışık olan melez olan ailemin birçok üyesi dünyanın birçok ülkesine yerleşti. Avrupa’da, Amerika’da… ve beni herkes sürekli olarak yanlarına çağırıyordu. Fakat ben hiçbir zaman gitmeyi düşünmedim. Çünkü burayı gerçekten seviyorum ve kıymet veriyorum.

Müzik sizin için çocukluğunuzdan beri var olan birşey, sanki ‘müzik’ için doğmuşsunuz. Çok erken yaşta fark edilmiş bir yeteneksiniz. peki müziği nasıl tanımlarsınız? Sizin için anlamı nedir?

Biz müziği aslında oldukça dar bir şekilde algılıyoruz. Hâlbuki müzik, armoni, ahenk ve ses bütün evreni saran bir olgudur. İnsanların müziğe karşı çok duyarlı olmasının altında şu sebep yatıyor; müzik bir titreşimdir ve biz atomlarımız sürekli olarak titreşiyoruz. Yani biz müziğe diğer sanatlara olduğundan daha çok açık oluyoruz. Çünkü bizim içimizdeki titreşim müziğin titreşimiyle rezonansa giriyor. Müzik dediğimiz ve müzik eserleriyle sınırlandırdığımız müzik olgusu aslında genel olarak ses olgusu olarak bakılmalı. Ve böyle bakarsanız doğanın sesleri, insanın içinde taşıdığı sesler, insanların iletişim kurdukları konuşmalar onlar her
şey sestir. Ve o seslerin uyumu ya da uyumsuzluğu bizi sürekli olarak etkiliyor. Onun için müziğin ne olduğunu anlamak ve anlatmak içinde referans noktası olarak ses olgusu ve titreşim olgusu almalı. Bu arada bu konuda şu anda bir kitap yazıyorum. Yakın zamanda Destek Yayınlarından çıkacak. Bu kitapta da tam olarak sesin doğasını ve müziğin gücünü konu olarak işliyorum. Ve birçok örnekte insanlara sesle ilgili ve müzikle ilgili algısını biraz daha derinleştirmeyi umuyorum.

Türkiye’de müziği nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye, Anadolu çok müzikal bir kültür. Hem insanların şu anda taşıdıkları müzik yetenekleri çok net görünüyor. Hem de Türkiye’de ki kültürel katmanları ve kültürel mozaiği çok zengin ve asırlara dayanıyor. Dolayısıyla müzik kültürü çokludur ve çok renklidir. Bu da insanların günlük hayatının içinde müziğe çok fazla yer vermelerine sebep oluyor ve müzik eğitimi olsa da olmasa da çok yoğun olarak doğal müzik yetenekleri görüyorum her yerde. Tabi doğru eğitimle bu yetenekler daha da gelişiyor ve pekişiyor.

Hayatınızın nasıl bir yerindesiniz?

Beste yapmak tam anlamıyla hiçbir zaman ne olduğu anlatılamaz. Hatta sadece müzisyen değil, müzisyen olan ama beste yapmayan insanlara bile bu anlatılamaz. Ama ne durumda ve nasıl yapıyorum? Bir kere buna ilham demiyeyim ama kalbime dokunan herhangi bir konu varsa o kalbimde müzik diline tercüme oluyor öyle diyebilirim. Yani her şey o kalbe gelen bir dokunuşla başlıyor. Bu da her şey olabilir. Bir insanın bakışı, bir tablo, okuduğun bir roman, sokakta şahit olduğun bir olay ya da dünyada eskiden var olmuş ve ilgini çeken yine bana dokunan her şey olabilir. Düşünün ki biz etkilendiğimiz bir şeyi insanlara aktarmayı seviyoruz. Öyle alıştık. Yani sözlü olarak bir şey gördük, bir şey yaşadık bir şey okuduk, sözlü olarak en azından yakınlarımızla paylaşmayı seviyoruz. Çünkü iletişim kurma üzerine hayatımız. Ben bunları tabi ki sözlü olarak da anlatırım ama benim anlatım biçimim müzik diliyle. Onun vasıtasıyla iletiyorum. Her bir olay, dolayısıyla her bir beste için kullandığım müzik dili farklı oluyor. Kimi zaman çok romantik olabilir, kimi zaman avangarttı, alışılmamış seslerle, enstrümanlarla olabilir. Kimi zaman çok basit bir melodiyle, kimi zaman ancak müzik eğitimi görmüş olan bir insanın algılayabileceği yoğunlukta müzik olabilir. Dediğim gibi hepsi işlediğim konuya bağlı olarak değişiyor

Besteleriniz arasında sizin için en özeli hangisidir?

Bestelerim arasında çok özeli aslında yok. Hepsinin özel bir hikayesi var, hepsi benim için kıymetlidir. Bestelere çocuk gibi bakarsanız, anne baba için bu çocuğu daha çok seviyorum, bu çocuğu daha az seviyorum, bu daha kıymetlim, bu daha az kıymetlim gibi bir ayrım olamaz. Benim için en azından olamaz. Bu anlamda bütün bestelerim benim için eşittir.

Özel hayatınızda neler yapıyorsunuz? Müzik dışında sizi gerçekten mutlu eden şeyler neler?

Ben mutlu eden şeyler arasında doğayla iç içe olmak. Güzel kalpli insanlarla bir arada olmak,onlarla sohbet etmek. Benim için müzik kadar önemli bir hayat katmanı insanın kalbi, insanın ruhu bu kulvarlar benim için kıymetli olduğu için her zaman onlara da çok önem veriyorum, üzerinde çalışıyorum. Okumak, yazmak çok önemlidir benim için. Onun dışında yemek yapmayı çok seviyorum ve sık sık yapıyorum da… Ve de özellikle tatlıları, pastaları yapıyorum. Onlar benim uzmanlık alanım diyebilirim. Birçok milletin yemeklerini yapıyorum. Benim bütün ailem yemek yapmak konusunda usta sayılır. Ve herkesin kendi özel tercihleri var. Dolayısıyla bu böyle bizim aile geleneğimiz ve özelliğimizdir. Erkeklerin de, kadınların da…

Sağlığınız için neler yapıyorsunuz?

Sağlığım için özel olarak bir çaba göstermiyorum. Fakat ben hayat boyunca aslında çok sade beslenmişimdir. Sigara içmiyorum. Onun dışında beslenme konusunda dediğim gibi oldukça sade seçimlerim var. Zararlı içecekler içmiyorum. Mutlaka bol temiz hava alabileceğim ortamda bulunmak istiyorum. Genel olarak çok üşürüm ama ona rağmen kışın bile oda ısınıyorsa mutlaka cam biraz açık olacak ve oradan temiz hava almak zorundayım. Aynı zamanda arabada da öyle. Klimalı ortamlarda neredeyse hiç bulunmuyorum. Zaten hiç tercih etmiyorum. Evde de kullanmıyorum. Arabada da klima açıksa yazın mutlaka camı da açıyorum ki temiz havaya çok önem veriyorum. Onun dışında doğada yürüyüş yapıyorum. Çok yoğun çalıştığım için her zaman öyle bir imkanım olmuyor ama mümkün olduğunca… Ve de iç içe olduğum günlük fark etmediğim şeylere önem verip, dikkat edip onlarla mutlu olmaya çalışıyorum o günün her neyse. Belki günüm çok yoğun, üzücü olaylarla geçebilir ama ona rağmen o günde sevinecek bir şey vardır ve onları fark etmeye çalışıyorum. Kimi zaman çocuğumun gülümsemesidir, bana güç veren mutluluk veren. Kimi zaman benim kendisine vereceğim bir gülümseme ve güzel sözler… Kimi zaman bir çiçek, kimi zaman gökyüzü yani etrafımızda aslında mutlu olmak için sade ama çok gerçek bir sürü şeyler var. Biz sadece bakmıyoruz, bakınca farkına varıyoruz ve bunlar çok kıymetli şeyler. Hayatımızda en kıymetli şeyler… Bunların farkındalığına zaman ayırmak gerekiyor. O zaman daha çok güzellik akıyor. Buna çok önem veriyorum. Bu da ayakta tutuyor.

Elif Sanchez

Elif Sanchez Bu Albüm Gerçek Elif’i Anlatıyor

Elif Sanchez, Türk Halk Müziği, Klasik Müzik ve Caz eğitimini harmanladığı müzikal tarzı ile Anadolu ve Azerbaycan coğrafyasının en sevilen türkülerini, kendine has yorumuyla adını taşıyan ilk albümü “Elif Sanchez” ile 22 Ekim’de Pasion Turca etiketiyle tüm dijital platformlarda dinleyicilerle buluşturdu.

Müzisyen bir aileden gelen ve 10 yaşına kadar ailesinden aldığı müzik eğitiminin ardından, İstanbul Devlet Konservatuvarından üstün başarı ödülü ile mezun olan Elif Sanchez, 2017’de Bill Pierce Ödülü ve Akdeniz Müzik Enstitüsü Ödülü’nü kazanarak Berklee College of Music’den mezun oldu. Elif Sanchez Boston’da kaldığı süre boyunca, 2015’te kurduğu “Mediant Collective” grubu ile 14 Grammy ödül sahibi Javier Límon’un dikkatini çekti ve “Refuge of Sound” projesine konuk sanatçı olarak davet edildi. Tüm dijital platformlarda dinleyici ile buluşan albümün ilk teklisi, Sanchez’in özgün yorumuyla Türk Halk Müziğinin en sevilen türkülerinden biri olan “Ay Oğlan Yiğit Misin” olarak belirlendi.  Elif Sanchez ile kendi adını taşıyan albümünü konuştuk.

İlk albümünüz ile dinleyici ile buluştunuz. Elif Sanchez kendi adını taşıyan bu albümle ne anlatıyor?

Bu albüm aslında 40 dakikalık bir biyografi ve herkese Elif’in gerçekte kim olduğunu anlatıyor. İstanbul’da ama Anadolu kültürüne sahip bir çatı altında büyüdüm. Uzun bir süre Amerika’da yaşadım. Dışarıda İngilizce konuşuyordum ama evimizin içinde her zaman Latin yemekleri ve İspanyolca vardı. Hayatımda her zaman birden fazla kültürle yaşadım. Bu albüm tüm o hayatları, kültürleri temsil ediyor. Bu albüm Caz, Latin gibi dünya müziği etkilerini barındıran Türk ve Azerbaycan türküleri albümüdür

Halk Müziğinden Azerbaycan Türkülerine ve hatta İspanyolcaya kadar çeşitlilik içeren bir albüm yayınladınız. Siz repertuvar için neler söylerisiniz?

Albüm 9 eserden oluşuyor. “Ay Oğlan Yiğit Misin”, “Almanı Attım Xarala”, “Bağlamam Perde Perde” gibi Anadolu ve Azerbaycan Türkülerini farklı düzenlemelerle kendime has bir üslupla yorumladım.  Aynı zamanda söz ve müziği Armando Manzanero’ya ait “Contigo Aprendi” şarkısını da İspanyolca olarak seslendirdim. İlk albümüm çok içime sinen istediğim repertuvarı kendi müzikal anlayışıma göre istediğim şekilde seslendirdiğim çok özel bir çalışma oldu.

Caz ve Klasik Müzik’de hem entrumanist hem de şarkıcı olarak yorumladığınız türler arasında. Peki Türküler sizin hayatınızda nasıl bir yer tutuyor? Türkü benim için çocukluğum demek. Annem ve babam da Türk Halk Müziği sanatçısı. Küçük yaşlarımdan itibaren onların konserlerinde türküler söylerdim sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve ardından Amerika’da farklı türlerde eğitim alsam da Türk Halk Müziği en severek söylediğim türler arasında oldu. Hep başka müziklere ilgim ve merakım vardı. Hayatıma caz girdikçe adeta ben hayat buldum. Her tarz müzikte kendimden bir parça buluyorum. Şu anda yaptığım müzikte de tüm bunların izlerini bulmak mümkün.

Çıkış şarkınız Ay Oğlan Yiğit Misiniz’e nasıl karar verdiniz?

Türkülere bakarken eksik bir türkümüz vardı araştırma aşamasındaydım. Annem Türk Halk Müziği sanatçısı ve akademisyen aslında çocukluğumdan beri çok fazla türkü öğrendim. Ama albüme koyacağım türkünün bilmediğim bir türkü olmasını istiyordum.  Yeni bir şey öğreneyim dedim. Sonra bakarken bu türküye rastladım. Aslında önce sözlerini okudum. Melodisini duymadan tamam bu türküyü söylemek istiyorum dedim. Türküyü kaydettikten sonra da albümde en çok etkilendiğim eserlerden biri oldu ve çıkış şarkısı olarak Ay Oğlan Yiğit Misin?’i seçtik.

 Klibiniz de dinleyicilerle buluştu klip için neler söylersiniz?

Benim ilk klip çalışmamdı aslında çok heyecanlıydım. Klibi Ahmet Can Tekin çekti. Birbirini görmeyen iki sevgilinin hikayesini anlattık.  Klibin hikayesi türkünün duygusuna çok yakıştı bence. Bu konuda da menajerim Qasimov da oyle. Biraz daha açılırsak Omara Portuondo olağanüstü bir şarkıcı, Bebo Valdes ayrı bir ilham kaynağı. Ve Stevie Wonder var; gerçek bir dahi. Bu saydığım ve daha sayamadığım bütün müzisyenlerin hayatımda oynadığı roller çok büyük.

Tarık Sezer

Tarık Sezer Orkestrası ve Hakan Altun’dan Son Şarkım!
Türk müzik sektöründe önemli birçok isimle müzik direktörlüğü ve aranje çalışmaları yapan değerli müzisyen Tarık Sezer, Türkiye’nin önde gelen müzisyen ve vokalistlerinden oluşan Tarık Sezer Orkestrası’nın yeni şarkısı için başarılı sanatçı Hakan Altun ile bir araya geldi. 40 yılı aşkın müzik deneyimi ve imzasını attığı başarılı projeler ile Türk müzik camiasında önemli bir yere sahip olan Tarık Sezer, güçlü yorumculuğu ile usta isimler arasında yer alan Hakan Altun ile söz ve müziği Gülden’e ait olan ‘’Son Şarkım’’ isimli şarkıda buluştu. Güçlü orkestrasyonu ve etkileyici sözleri ile dikkat çeken “Son Şarkım”, Tarık Sezer’in düzenlemesi ve Hakan Altun’un eşsiz yorumu ile birleşince akıllardan silinmeyecek bri projeye dönüşüyor… Ecem Gündoğdu’nun yönetmenliğinde ve Veli Kuzlu’nun görüntü yönetmenliğinde gerçekleşen klip çekimi için Orion Stüdyoları’nda kamera karşısına geçen ikili, projenin ruhuna uygun orkestra performans görüntüleri ve Hakan Altun’un tekli sahneleri ile izleyenleri etkisi altına alacak. Projenin fotoğrafları ise Ece Oğultürk imzası taşıyor. Tarık Sezer Orkestrası’nın yeni albüm projesinin ilk teklisi olarak yayınlanan “Son Şarkım”’ın ardından, belirli aralıklarla çalışmalarını dinleyicilerle buluşturacak olan ekip sürpriz isimler ile müzik severlerin karşısına çıkacak. Tarık Sezer Orkestrası ft. Hakan Altun “Son Şarkım”, Tarık Sezer Prodüksiyon etiketiyle 15 Şubat tarihinde tüm dijital platformlarda yerini aldı.

Profesyonel müzik hayatınıza nasıl başladınız?

1974 senesinde İstanbul Belediye konservatuarına girdim. Orada yatılı olarak 9 sene okudum. Okul hayatım süresince enstrüman olarak çello ve piyano eğitimi aldım. 1978 senesinde profesyonel olarak çalışmaya başladım. Hem okuyordum hem de çalışıyordum. Dönemin ünlü orkestralarından biri olan Topkapı Orkestrası’yla çalışmaya başladım. Profesyonel yaşantım böylece başlamış oldu.

Tarık Sezer orkestrası nasıl oluştu?

2011 yılında O Ses Türkiye yarışmasının başlamasıyla Tarık Sezer Orkestrası’nı kurdum. 2012 yılından itibaren de Tarık Sezer Orkestrası birçok etkinlik ve organizasyon da yer almaya başladı. İlk single’ınız çıktığında neler hissettiniz? İlk şarkımızı çıkarmak çok heyecan vericiydi. 40 senelik müzik hayatım boyunca bir sürü sanatçı ile hem sahne hem de albüm çalışmalarında bulundum. Ancak kendi orkestramın şarkısını çıkarmak çok ayrı bir duyguydu benim için. Hemen arkasından ikinci şarkımızı da dinleyiciyle buluşturduk. Bu 2 şarkı orkestradaki solist arkadaşlarımızla çıkarttığımız projelerdi.

Projenizde Hakan Altun ile bir araya geldiniz. Bu hikayenin başlangıcı nasıl oldu? Sizi Son Şarkım adlı çalışmanızda buluşturan süreçten söz edebilir misiz?

Hakan Altun ile dostluğumuz çok eskiye dayanır. Projeyi kendisine anlattım. Bu projede bize destek olmaktan dolayı büyük mutluluk duyacağını söyledi. Sonrasında kayıtlar yapıldı ve şarkımızı 15 Şubat’ta dinleyiciyle buluşturduk.

Yazının devamını Ocak 2020 sayımızda okuyabilirsiniz.

Çağrı

Bize Dip adlı projenizden söz eder misiniz?

Çok uzun zamandır hissettiğim, anlatmak isteyip anlatamadığım duyguları her zamanki gibi en güzel şekilde anlatmıştı sevgili Sezen Aksu. Dip’i ilk dinlediğimde hissettiklerimi anlatmam çok zor, yıllardır aradığım şarkı olduğunu duyduğum o anda anladım.

Kimlerle çalıştınız bu projede?

Ozan Bayraşa prodüktörlüğünde şarkımızı yaptık. Aranjesini yine Ozan Bayraşa yaptı onun dışında fotoğrafları klibi ve fotoğrafları Nihat Odabaşı çekti.

Müziğinizdeki değişimde bahsedecek olursanız, sizce tarzınızda eskisine göre neler değişti? Müzik anlayışınızdan söz eder misiniz?

Benim için önemli olan şarkının duygusu. Melodisi ve sözlerinin bana yakın olması hissettiğim şeyleri benim anladığım ve anlattığım gibi anlatması bu anlamda değişen bir şey olmadı ama sound olarak tabi ki modern ve günümüze uygun şeyler yapmaya çalışıyorum artık.

Müzikal yolculuğunuzda destek gördüğünüz kişiler kimler, bize bunlardan bahsedebilir misiniz?

Bu işe ilk başladığımda en büyük desteği sevgili İzel ve Sinan Akçıl’dan gördüm, Sezen Aksu kendimi bildim bileli her zaman destek oldu, keza Ozan Bayraşa da öyle. Bana destek olan herkese buradan tekrar teşekkür ederim.

Karantina dönemi nasıl gidiyor? Bu dönem neler yapıyorsunuz? Bu süreç sizde köklü değişiklikler yarattı mı?

Beni daha üretken yaptı bu süreç. Şimdi cajon çalmaya başladım. Kendi kliplerimi fotoğraflarımı çekmeye montaj ve photoshop yapmaya başladım bunlar hep yapmak isteyip ötelediğim şeylerdi, bunlara fırsat bulur oldum. Onun dışında gitar çalışıyorum ve spor yapıyorum. Teknolojinin sunduğu imkanlara şükrediyorum. Yemek yapmak, yabancı dil öğrenmek ya da bir enstrüman çalmak kimin neye ilgisi varsa bu zorlu süreci bu şekilde değerlendirebilir ve avantaja çevirebilir diye düşünüyorum.

Kimleri takip ediyorsunuz? Yerli yabancı sizden böyle bir liste alabilir miyiz?

Dinlediğimde bana güzel gelen her tarzı ve herkesi dinlerim öyle spesifik bir listem yok.

Çağrı neler yapar, nelere ilgi duyar bize ilgilenirken keyif aldığınız şeylerden söz eder misiniz? Hayvanseverliğiniz biliniyor, buna benzer şeylerden söz edebilir misiniz?

Hayvanları gerçekten çok seviyorum yürüyüş ve kick boks bana çok iyi geliyor.

Bundan sonrası için müzikal kariyerinizde ne gibi adımlar atmayı hedefliyorsunuz? Çağrı’yı bundan sonrası için nerelerde göreceğiz?

Youtube için akustik coverlar yapıyorum ve yeni şarkının klibi üzerinde çalışıyoruz. Artık sosyal medyada daha aktif olacağım

Sevenlerinize aktarmak istedikleriniz neler?

Herkese sonsuz sevgiler ve saygılar