Pandemi Sürecinde Sağlıklı Beslenme

Ülkü Gök
Diyetisyen

Dünya Sağlık Örgütü’nün artık bir pandemi olarak kabul ettiği koronovirüs hastalığı (Covid-19) ülkemizde de önemli bir halk sağlığı tehdidi oluşturmaktadır. Koronavirüse karşı vücudumuzu tek başına koruyacak, bağışıklık sistemimizi güçlendirecek veya tedavi edebilecek mucize besinlerin veya takviye edici gıdaların
olmadığını unutmamalıyız. Sağlıklı ve dengeli beslenerek, fiziksel aktivite ve düzenli uyku ile beraber bağışıklık sistemimizi güçlendireceğimizi unutmamalıyız.

Bu dönemde yaşadığımız stres, kaygı durumu beslenme sistemimizde daha çok karbonhidratlara yönelmemize sebep oluyor olabilir. Fakat hem bağışıklık sistemimizi güçlendirmek hem de içinde bulunduğumuz stresli durumla başa çıkabilmek için vitamin, mineral ve antioksidanlarca zengin sebze ve meyvelerden bol bol tüketmemiz gerekmektedir. Bağışıklık sistemimizi güçlendirmede bize en yardımcı olacak grup sebzelerdir. Mevsimine uygun sebzeler ve meyvelerin tercih edilmesi besinlerin vitamin ve mineral içeriklerinden daha yüksek düzeyde faydalanmamızı sağlar.

Bunun yanı sıra özellikle narenciye grubu meyveler bağışıklık sistemini destekleyici C vitamini yönünden zengin olduğu için bu meyvelerin tüketimine ağırlık verilmelidir. Yüksek proteinli gıdalardan (kuru baklagiller, et, yumurta, balık, tavuk, yağlı tohumlar, vb.) ve süt ürünlerinden (süt, yoğurt, ayran, peynir vb.) gelmesi önerilmektedir. Yalnız proteinlerde işlenmiş ürünlerin ve kızartma yönteminin tercih edilmemesi de önem taşımaktadır. Enerjimizin kaynağı karbonhidratlara gelince en önemli ayrıntı beslenirken kompleks karbonhidratları seçmemiz gerekiyor.

Virüslerin ve mikropların ana besin kaynağı olan şeker ve şeker içeren yiyeceklerden uzak durmamız gerekiyor. Zeytin yağ, ölçülü miktarda tere yağ, yağlı tohumlar da (fındık ,badem, ceviz, yer fıstığı vb) besin seçimlerimiz içinde olmalı. Baharatları da atlamamak gerekir özellikle bağışıklıkta söz sahibi olan zencefil, zerdeçal, karabiber gibi yalnız tuzu baharat yerine koymamak gerekir. Vücudumuzu yormamak için aşırı tuz alımına dikkat etmeliyiz.

En önemlisi su tüketimimize daha önem göstermeliyiz. Hem vücudumuzu temizlemek hem de mukozalarımızın nemli kalmasını sağlamak bu dönemde çok önemli. Sıvı tüketiminde suya ek olarak metabolizmamızı canlı tutmamız için bitki çaylarını(yeşilçay, rezene çayı gibi) tüketmemizde de fayda var.

Son olarak; yeterli vitamin ve mineral tüketimini yiyeceklerle sağlanması esas tercih edilecek yol olsa da; yeterli beslenemeyen kişilerin günlük vitamin ve mineral takviyesi almaları da bu özel geçici dönemde bir alternatif olarak önerilebilir. Hareketi arttırmanın önemini de atlamayalım. En azından evde yapacağımız ufak tefek
hareketlerin endorfin hormonunu arttırdığını ve stresi azalttığını unutmayalım. HER ZAMAN YANINIZDAYIM SAĞLIKLA KALIN

Yaşınıza Meydan Okuyun

Uzm. Dr. Ümran Göksoy
Özel Ortadoğu Hastanesi Dermatoloji Bölümü

Hayat bir yarış pisti. Gerek iş, gerek sosyal, gerekse özel hayatımızda insanlarla sürekli bir yarış içindeyiz. Yarışın konusu bazen bir eş bazense iş.. Zor yanı ise yarışmaya sürekli yeni rakiplerin katılıyor olması. Başarı için bilgi, beceri ve deneyim şart. Ancak bazen bunların varlığı tek başına yeterli değil. Kişinin dış görünüşü de tercih edilmesinde ve başarılı olmasında büyük rol oynuyor. Zamanla yarış pistine sizden daha genç, daha güzel ve daha çekici insanlar katılıyor ve bazen hayat şartları sizi onlarla aynı kulvarda yarışmaya zorluyor. Tıp ve teknoloji alanındaki gelişmeler sayesinde artık yaşımıza meydan okuyabiliyor ve olduğumuzdan daha genç ve güzel görünebiliyoruz. İşte bu yüzden günümüzde artık hiç kimse yaşlanma sonucu gelişen deri değişikliklerini olduğu gibi kabul etmiyor.

Eskiden estetik ve güzellik denince akla cerrahi işlemler gelirken artık ameliyatsız estetik ile güzelleşmek mümkün. Ameliyatsız estetik işlemler sayesinde kişi günlük işlerini aksatmadan, birkaç dakika veya bir iki saatini ayırarak istediği görüntüye kavuşabiliyor. Üstelik, işin uzmanı doktorlar tarafından yapıldığında, işlem sırasında ve sonrasında kişinin derisinde çoğu zaman kişiyi rahatsız edecek boyutta bir kızarıklık, morluk veya ödem gibi sorunlar oluşmuyor.

Botilinum toksin uygulamaları, dolgu uygulamaları, ip uygulamaları (örümcek ağı estetiği, Fransız askı vs.), PRP uygulamaları, mezoterapi uygulamaları, kollajen aşısı, gençlik aşışı ve lazer tedavileri önde gelen ameliyatsız estetik işlemlerden birkaçı. Bunlardan botilinum toksin uygulamaları en çok tercih edilen ve yüz güldürücü sonuçlar elde edilen, en temel kozmetik uygulama. Bu yazımızda siz değerli okurlarımıza kısaca botilinum toksini uygulamaları hakkında bilgi vermek istiyorum.

Botilinum toksini Clostridium botilinum adlı bir bakteri tarafından üretilen bir toksindir. Bu toksin uygulanan kaslarda geçici bir hareket kaybına sebep olur. Yüzümüzün üst 1/3 ünde bulunan kaslarımızın sürekli çalışmasıyla yaşımız arttıkça derimizde enine yerleşimli alın çizgileri, dikey yerleşimli kaş çatma çizgileri, göz çevresindeki kaz ayağı çizgileri, burun üstündeki tavşan çizgileri, dudak çevresindeki sigara çizgileri giderek belirginleşir. Mimiklerini çok kullanan kişilerde bu çizgiler kişinin yaşıyla uyumsuz olarak çok daha belirgin olabilir ve kişiyi olduğundan daha yaşlı gösterir. Botilinum toksini uygulamalarıyla bu çizgilere sebep olan kaslarda geçici hareket kaybı oluşturarak bu çizgilerin yok olmasını sağlayabilmekteyiz. Bununla beraber derimiz daha gergin ve parlak bir görünüm kazanır.

Botilinum toksin, hedeflenen alana birkaç noktadan çok ince iğnelerle uygulanır. İşlemin, kişiyi rahatsız edecek boyutta ağrısı olmadığı için öncesinde bölgesel uyuşturucu kremler uygulanmaz ve 10 dakika gibi kısa bir sürede işlem tamalanır. İşlem sonrasında herhangi bir kızarıklık, morluk veya ödem oluşmadığı için kişi günlük sosyal hayatına, hemen işlem sonrasında dönebilir. Uygulamanın etkisi 3-5 gün içinde başlar ve 2 hafta sonra tam etkisini görürürüz.

Botilinum toksini uygulamasının etkisi 4-6 ay kadar sürer. Bu süre sonunda mimik kaslarımız tekrar eskisi gibi aktif bir şekilde çalıştığı için kişinin mimik çizgileri tekrar belirginleşir ve işlemin tekrarı gerekir.

Botilinum toksini uygulamaları hakkında yanlış bazı bilgiler bulunmakta. Bazı kişilerin düşündüğünün aksine botilinum toksini;

-Yılan zehiri değildir.

-Derimize veya iç organlarımıza zarar vermez.

-Etkisi geçtiğinde derimiz olduğundan daha yaşlı görünmez.

-Bağımlılık yaratmaz.

-20 li yaşlardan itibaren uygulanabilir.

Botilinum toksini doğru kişiye, doğru hekim tarafından, ruhsatlı bir işletmede ve doğru ilaçla yapıldığında mükemmel sonuçlar verir.

Botilinun toksini Türkiye de Botox ve Dysport marka isimleriyle satılmaktadır. Uygulamayı dermatolog veya plastik cerrah gibi alanında eğitimli hekim dışında hiç kimse yapamaz. Yasa dışı estetik işlemlerin uygulandığı “Merdiven altı” diye bilinen ruhsatsız yerlerde, orijinal olmayan botilinum toksini ile, bu konuda yetkili olmayan
kişiler tarafından yapılan uygulamalar sonucunda hastalar sonu ölüme kadar varan çok ciddi yan etkilerler yaşayabilmektedir.

Sağlıkla güzelleşebilmek için botilinum toksini uygulamalarınızı aksatmayın. Uygulamanızı dermatolog veya plastik cerrah gibi işin uzmanı bir hekime, orijinal botilinum toksini ile yaptırın.

Yaşınıza meydan okuyarak, güzel ve hoşçakalın

Glutensiz Beslenme

Diyetisyen
Sevde Sinem Tandoğan

Son dönemde çok duymaya başladık. Glutensiz beslenerek zayıfladım, glutensiz beslenerek daha sağlıklı oldum. Peki gerçekten böyle mi? Glutensiz beslenmek gerekiyor mu?

Gluten tahılların yapısında doğal olarak bulun bir proteindir. Buğday, arpa, çavdar ve bazı yulaf türlerinin yapısında bulunur. Ayrıca katkı maddesi olarak paketli ürünlerin yapısında bulunur. Çünkü gluten yapışkan, elastikiyet verici özelliğinden dolayı ürünlerin yapısında kullanılır. Ekmeğin kabarmasında yapısının oluşmasında etkilidir.

Gluten içermeyen besinler ise pirinç, mısır, baklagiller, karabuğday, kinoa, teff, amaranth, keten tohumu ve chia tohumudur.

• Peki kimler glutensiz beslenmelidir. En çok bilinen, çölyak hastalarının ömür boyu glutensiz diyet yapması gerekir. Bunun yanında gluten hassasiyeti olanlar, buğday alerjisi olanlar ve Dermatitis herpetiformis adı verilen bir çeşit deri hastalığı olanlar glutensiz beslenmelidir.

• Bazı nörolojik hastalıklarda, romatoid artritte, depresyon, migren ve otizmde glutensiz beslenmenin iyileştirdiği vakalar görülürken tam olarak kanıtlanmamıştır. Bu nedenle bir uzmana danışılarak glutensiz beslenme denenebilir.

Gluten hassasiyeti de sık duyduğumuz bir durum. Sık sık şişkinlik, hazımsızlık, baş ağrısı ve gaz şikayeti yaşıyorsan senin de gluten hassasiyetin olabilir. Varlığı deneme yanılma yolu ile anlaşılır. Eğer gluten içeren tahıllar diyetten çıkarıldığında bu problemler azalıyor ya da yok oluyorsa guten hassasiyeti var demektir ve glutensiz diyet uygulanmalıdır. Fakat glutensiz diyet bir takım sorunlara yol açıyor. Gluten içeren tahıllar B grubu vitaminlerden en zengin kaynak olduğu için tüketiminin azalması ile B vitaminleri yetersizliği görülebilir. B vitamini bilişsel performans üzerinde etkili olduğu için uzun dönem glutensiz beslenmede unutkanlık, yorgunluk, halsizlik görülebilir.Tahıllar çok iyi bir lif kaynağı olduğu için sınırlı tüketimi kabızlığa sebep olabilir. Bağırsak florası değiştiği için yararlı bakterilerin azalmasına sebep olur.

Glutensiz beslenmenin popülerleşmesiyle glutensiz ürünler raflarda çoğaldı. Önceden bu ürünler zor bulunurken ve daha çok çölyak hastaları için bir çözümken şimdi sırf daha sağlıklı olduğu düşünüldüğü için tüketiliyor. Ama öyle değil. Gluten kazandırdığı kıvamdan dolayı uygun yapıda bir ürün elde etmek için ekstra şeker, nişasta kullanılabiliyor ve norma ürünlere göre daha kalorili olabilir.

• En çok sorulan soru. Glutensiz diyet zayıflatır mı ? Glutensiz bir diyetin çölyak hastalığı veya gluten duyarlılığı olmayan kişilerde ağırlık kaybı sağladığını gösteren yayınlanmış bir rapor bulunmamaktadır. Dolaylı olarak glutensiz diyet ile karbonhidratların tüketimi sınırlandırıldığı için enerji alımının azalmasıyla ilk aşamada kilo kaybı görülebilir. Ama uzun süre uygulandığında daha önce bahsedilen problemler görülebilir.

• Glutensiz diyet uygulaması gereken bireylerin bu sorunları yaşamaması için diyetisyen kontrolünde sağlıklı beslenme çerçevesinde glutensiz diyet uygulaması gerekir. Yani liften sınırlı bir diyet olmaması için sağlıklı lif kaynağı olan ve gluten içermeyen karabuğday, teff amaranth gibi tahıllar diyete eklenmelidir. Sebze meyve tüketimi uygun olmalıdır. Yoğurt, kefir gibi probiyotiklerin düzenli kullanımıyla bağırsak sağlığına dikkat edilmelidir. Hazır işlenmiş ürünlerden uzak durulmalıdır. Fiziksel aktivite artırılmalıdır. Bu çerçevede sağlıklı beslenip kilo kontolü sağlanarak glutensiz diyet uygulanmış olur.

Gebede Koronavirüs (COVID-19) Enfeksiyonu ve Anestezi

Prof. Dr. Berrin Günaydın
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı

Nasıl geçer?

Sadece bir olguda vertikal geçiş yani doğum öncesi ve doğum sırasında anneden bebeğe geçiş rapor edilmiştir. Çin’e ait olgu serilerinde COVID-19 ile enfekte annelerin plasentası,amnion sıvısı, kordon kanı, yendioğanın boğaz sürüntüsü ve anne sütünde virüs negatif bulunmuştur.

Anneye etkileri nelerdir?

Çoğu annede hafif veya orta derecede soğuk algınlığına benzer bulgular gözlenir. Öksürük, ateş ve solunum sıkıntısı gibi bulgular olabilir. Gebe olmayan COVID-19 ile enfekte yaşlılarda, immunsüpresyonu olanlarda, kronik akciğer hastalığı, diabet ve kanseri olan hastalarda zatürre ve belirgin solunum sıkıntısı tanımlanmıştır. Eğer bu bulgulara bir gebede rastlanırsa hemen tedaviye başlanmalıdır. Şimdiye kadar 30. haftada mekanik ventilasyon gerektiren COVID-19 ile enfekte gebe acil sezaryenle doğum yapmış ve sağlıkla taburcu edilmiştir. Hafif veya hiç bulgusu olmayan taşıyıcı bireylerin ise gerçek oranı tam olarak bilinmemektedir.

Bebeğe etkileri nelerdir?

Şu anki verilere göre COVID-19 ile ilişkili düşük bildirilmemiştir. Ayrıca COVID-19’a ait fetal enfeksiyona ait kanıtı olmadığı için virüsün fetal gelişime etkileri
olmadığı düşünülmektedir. COVID-19 ile enfekte gebe olguda erken doğum rapor edilmiş olsa da bunun virüs nedeniyle olduğu kesin değildir.

COVID-19 ile ilişkili travay-doğum için hastaneye yatmadan önce neler yapılması önerilir?

Hastalar planlı işlemlerden (örneğin; planlı sezaryen ve doğum indüksiyonu, serklaj) bir gece önce telefonla aranarak COVID bulguları var mı şoruşturularak taranmalıdır.

Ekip, eğitim, ekipman

Travay-doğum odasında ve sezaryen ameliyathanesinde COVID-19 ile enfekte hastanın bakımından sorumlu kişiler belirlenmeli ve en aza indirilmeli

Anne-bebek geçişini önlemek için bebeğin ayrı yerde tutulması yeni doğan ekibiyle planlanmalı

Kişisel koruyucu ekipmanların giyilmesi ve çıkarılması, ameliyathaneye transfer, COVID-19 şüpheli hastanın travay-doğum odasına alınması dahil COVID-19’lu hasta bakımı için simülasyon senaryoları çalışılmalı

Makinelerin ve ameliyathanenin kontaminasyonundan kaçınmak veya en aza indirmek için vajinal veya sezaryenle-doğum için ilaçlar dahil ekipmanla beraber COVID-19 kitleri oluşturulmalı

Her hastanenin kendi politikasına göre şüpheli veya COVID-19 ile enfekte hastaların ziyaretçiler veya destek personelle teması sınırlandırılmalıdır

Acil Sezaryanla Doğum Anestezisi için Öneriler

Şüpheli ya da kesin COVID-19 tanısı olan kadınlarda eğer acil doğum gerekirse genel anestezi gereksinimini azaltmak için epidural analjezi önerilir.

Entübasyon ve ekstübasyon gibi aerosol oluşumuna neden olacak işlemleri azaltmak için genel anesteziden kaçınmak gerekir

Acil Sezaryanla Doğum Anestezisi için Öneriler

Şüpheli ya da kesin COVID-19 tanısı olan kadınlarda eğer acil doğum gerekirse genel anestezi gereksinimini azaltmak için epidural analjezi önerilir.

Entübasyon ve ekstübasyon gibi aerosol oluşumuna neden olacak işlemleri azaltmak için genel anesteziden kaçınmak gerekir.

Bebek stres altında olduğu acil durumlarda kişisel koruyucu ekipman zorunlu olsa da zaman kaybına neden olabilir.

Entübasyon için tercihen videolaringoskopinin en deneyimli anesteziyolog tarafından yapılması önerilir.

Zor entübasyon durumunda ise yeni jenerasyon üst havayolu gereçleri kullanılabilir

Hastaneler ulusal kılavuzlar çerçevesinde lokal protokoller hazırlamalıdır.

Anestezi Hasta Güvenliği Kurumunun Kılavuzuna göre inceleme altındaki ve COVID-19 testi pozitif kadın hastaların yönetimi için yapılmıştır.

1. Tercihen negatif basınçlı bir izolasyon odasına hastanın kabul edilmesi ve hasta bakımından sorumluların sayısının minimum olacak şekilde sınırlandırılması

2. Tüm sağlık çalışanlarının, doğum veya ameliyat salonuna girerken havayla veya temasla nakledilmeye karşı göz koruyucu (önlük, eldiven, maske, göz koruyucular) önlemler alması

3. Giyinme ve soyunma zaman alabileceğinden kişisel zorunlu ihtiyaçlar öngörülerek hazırlık yapılmalı

Erken epidural analjezi, acil sezaryenle doğum için genel anestezi ihtiyacını azaltabilir

COVID-19 teşhisi bölgesel (nöraksiyel) anestezi için bir kontrendikasyon değildir.

Obstetrik ekibiyle iletişim ile mümkünse acil sezaryenle doğumdan kaçınılmalı

Mümkünse bölgesel veya genel anestezi girişimleri için en deneyimli anesteziyolog görevlendirilmeli

Asistanların, COVID-19’lu hastalarla direkt temasının en aza indirilmeli ve odadaki personel sayısı minimum sayıya indirilmeli

4. Eğer genel anestezi gerekliyse;

Anesteziyoloji ve diğer bölüm asistanlarının, oksijen uygulamaya başlamadan önce N95 veya varsa PAPR (Powered Air-Purifying Respirator) kullanması

N95/PAPR veya yüz siperi yoksa; giyinme-soyunma için kontrol listeleri ve eğitimli gözlemcilerin gözetiminde önlük, eldiven ve bone kullanılması ve tüm işlemler için çift eldiven kullanılarak daha sonra en dıştaki eldivenlerini değiştirilmesi

Entübasyon sırasında gerekli personelin en aza indirilmesi

Genel anestezi gerekiyorsa ve hayatı tehdit eden bir durum varsa, tüm personelin koruyucu ekipman olarak N95 maskesi takması –eğer N95/PAPR yoksa temini için hemen iş güvenliği birimiyle iletişime geçilmesi

Önceden oksijen (>5 L/dk) uygulaması için solunum devresinin uzatılması ve hasta tarafına filtre takılması

Eğer mümkünse kapalı aspirasyon sistemi kullanılması

Entübasyonun, ilk denemede başarılı olacak ve balon-maske ventilasyonunu en aza indirgeyecek şekilde yapılması (tercihen video laringoskop ile)

Ekstübasyon için çok fazla risk bulunmasa da ekstübasyon sırasında personel sayısının azaltılması, N95/PAPR ve personel koruyucu ekipmanın ekstübasyon sonrasına kadar takılı olması ve hastanın negatif basınç odasına transferinin düşünülmesi önerilir.

Ayrıca yoğun bakım ünitelerinde izlem yapacak personelin N95 maske, en az 2 kat eldiven, önlük giymesi ve kenarları kapalı koruyucu gözlük ile birlikte yüz siperi kullanması gereklidir.

Bu zor günleri tüm dünyada ve ülkemizde en hızlı şekilde ve en az kayıpla geride bırakmayı diliyorum.

UV (Ultraviyole) Işınlarının Etkileri ve Güneşten Korunma

Prof. Dr. Metin Görgü
Estetik, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi

Ultraviyole (UV) ışınlarının cilt yaşlanmasında ve cilt kanseri oluşumunda rol oynadığını biliyoruz. UV ışının doğasını, etkilerini anlamak, yarar ve zararlarını, korunma biçimlerini bilmek sağlımız için önemlidir. Güneşin etkilerini üzerimizden uzak tutmanın iki önemli avantajı vardır. Cilt genç kalır, daha az leke, daha az kırışıklık, daha güzel görünüm. Diğer önemli avantajı ise ultraviyole ışınlarına bağlı gelişen cilt kanseri riskini azaltır.Tabi güneşin yararlı etkilerinden faydalanmayı da ihmal etmemek gerekir.

Güneşin yararları ve zararları

Güneş ışığı hayatın varlığı için gereklidir, örneğin fotosentez hayatın varlığı için vazgeçilmezdir, insan psikolojisi üzerinde olumlu etkisi vardır, güneşli havalarda kendimizi daha iyi hissederiz, vücutta vitamin D üretimi için gereklidir, mikroplar için öldürücüdür.

UV ışınları deride yaşlanmaya ve hatta maruz kalış süresine, sıklığına, ışın yoğunluğuna ve cilt rengimize bağlı olarak cilt kanseri oluşumuna neden olmaktadır. UV ışınları ciltte ciddi hasar oluşturur ve uzun süreli güneş etkisi erken yaşlanmaya neden olabilir. Olumsuz etkileri arasında güneş yanığı, belirgin kırışıklıklar, ciltte kaba görünüm, görünür kılcal damarlanma (telenjiektaziler), pigment artışı, cilt lekeleri, allerji, cilt bağışıklığının baskılanması ve zamanla gözlerde katarakt oluşması sayılabilir. UV ışını ve Vitamin D üretimi; UV B camdan geçemez, Vitamin D yapımı için gerekli olan UVB dir. Camdan geçemediği için Vitamin D eksikliği için dışarıda güneşlenmek gerekir. D Vitamini için uygun saatlerde 30 – 45 dk güneşlenmek yeterlidir. Çıplak cilt alanının yaklaşık %20 civarı olması gereklidir. Örneğin gövdenin ön yüzü, ya da tüm sırt gibi.

Güneşin kanser etkisi

UV ışınlarının, güneşe maruz kalan yüz, boyun, el ve diğer vücut bölgelerinde iyi huylu, kötü huylu ve kötü huyluya dönüşebilen bir çok cilt lezyonuna neden olduğu kanıtlanmış bilimsel bir gerçektir. UV ışının cilt kanseri riski ile önemli derecede ilişkili olduğu bilinmektedir. Cilt Kanserlerinin % 90’ı güneşin UV radyasyonuyla ilgilidir.

Cilt tipinin önemi

Cilt tipleri cilt rengi, saç rengi, göz rengi, cildin güneşe verdiği tepkiye göre sınıflanmaktadır. Tip 1 açık tenli, sarı, kızıl saçlı, renkli gözlü ve güneşte hemen yanan hiç bronzlaşmayan bireyleri tanımlarken, Tip 6 ya doğru cilt, saç ve göz rengi koyulaşırken, cildin güneşte yanma oranı azalmakta ve bronzlaşma oranı artmaktadır. Melanin pigmenti cildi UV ışınlarından korumaktadır, açık renk ciltlerde UV etkisi çok daha fazla görülmekte, açık renk ciltlerde cilt kırışıklıkları, cilt lekeleri, cilt kanseri daha fazla görülmektedir.

UV (Ultraviyole) Işını

Gözümüz 400 nm – 1000 nm arasında dalga boyuna sahip ışıkları görebilmektedir. 1000 nm den daha uzun dalga boyuna sahip ışınları göremeyiz, bu ışınlara Kızılötesi yani Infrared ışınlar denir. Benzer olarak gözümüz 400 nm den daha kısa dalga boyundaki ışınları da göremez, bu ışınlara Morötesi yani ULTRAVIOLE ışınlar denir. Ultraviole ışınları elektromanyetik spektrumda 100-400 nm dalga boyu arasında bulunan ışın grubudur. Güneşin yeryüzüne ulaşan ışınlarının yarısı kızılötesi, yarıya yakını görünür ışınlar ve %5 kadarını morötesi ışınlar (UV) oluşturmaktadır. Ozon tabakası 285 nm altındaki ışınları yani UVC ışınlarını geçirmemektedir. UVA (320-400 nm), UVB (285-320 nm) ve UVC (100-285 nm) olarak dalga boylarına göre 3 gruba ayrılır. UVC, cilt için zararlı ve kanser oluşumunu tetikler, ancak atmosferdeki oksijen ve ozon tarafından emilir ve yeryüzüne ulaşamaz, bu nedenle cilt üzerinde bir etkisi görülmez, daha çok bazı ortamlarda sterilizasyon için mikrop öldürücü olarak kullanılır.

UVB ışınının önemli kısmının atmosfer tarafından filtrelenmesine rağmen yeryüzüne ulaşan kısmı cilt üzerinde etkili olur. UVB kanser oluşumunu tetikleyen bir etkiye sahiptir. UVB ışığı, DNA’ya zarar verir ve hücrelerin kendini onarma yeteneğini engeller. Güneş Koruyucu Kremler Yapılan bilimsel araştırmalarda güneş koruyucu krem kullanan kişilerde cilt yaşlanmasının daha düşük olduğu görülmüştür. Koruyucular, cilt kanserini önlemede önemli rol oynar. Güneş ışığından gelen UV ışınlarından korunmak suretiyle, cilt kanserine öncü olan hasarların büyük kısmı önlenebilir.

İyi bir güneş koruyucu krem hem UVA hem UVB’ ye karşı etkili koruma sağlamalı, alerjik olmamalı, kullanımında oluşturduğu görüntü kozmetik olarak kabul edilebilir olmalı, toksik olmamalı, güneş ışığı altında stabil kalmalı, suya dayanıklı olmalı, deriye nüfuz etmemeli, ayrıca, herhangi bir reaktife veya zararlı yan etkiye neden olmadan, emilen ışık enerjisini dağıtma, yansıtma veya bloke etme özelliğine sahip olmalıdır.

Yazının devamı Ocak 2018 sayısındadır.

Ağrısız Doğum Yöntemleri Nelerdir?

Prof. Dr. Berrin Günaydın
Gazi Üniversitesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı

Günümüzde, travay-doğum ağrısı için anne adaylarına bir takım ağrı giderme seçenekleri sunulmaktadır. Travay-doğum ağrısının yönetiminde başlıca epidural blok veya vücuda enjeksiyon yoluyla ağrı kesicilerin uygulandığı sistemik/ parenteral uygulama yöntemleri mevcuttur.

Kimlere “ağrısız doğum” yapılır?

Ulusal ve Uluslararası Kadın Hastalıkları ve Doğum Dernekleri tarafından belirtildiği gibi ‘doğum eylemi nerdeyse başka hiçbir koşulda kabul edilemeyecek oranda ağrılı ve ancak bir doktorun gözetiminde gerçekleştirilen güvenli bir girişim’ olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle eğer herhangi tıbbi bir engel yoksa annenin isteği, doğum eylemi sırasında “ağrısız doğum” uygulamalarından biriyle ağrının giderilmesi için yeterli bir koşul olarak sayılmaktadır. Ağrısız doğum amacıyla sunulan farmakolojik yöntemler arasında epidural, travay-doğum eylemini en az baskılayan ve en etkin altın standart yöntem olarak kabul edilmektedir.

Epidural ile travay-doğum ağrı nasıl geçer?

Travay-doğum sürecinde ortaya çıkan ağrılı uyaranların, epidural bölgede omurga içinde bloke edilerek beyine iletilmemesi sonucunda ağrı geçer. Epidural yöntemde ağrıyı ortadan kaldırmak için yaklaşık bel altı seviyesinde omurlar arasından epidural mesafeye yerleştirilen kateter aracılığıyla uzun etkili bir lokal anestezik (örneğin; bupivakain) ile yağda çözünen bir opioid (örneğin; fentanil) enjekte edilir. Bu ilaçlar, rahim ve rahim ağzından kalkan ağrıyı omurgada yer alan omurilik aracılığıyla beyine taşıyan sinirleri bloke ederler. Böylece o bölge uyuşur. Rahim kasılmaları sırasında gebe ağrı duymaz ve daha rahat bir travay süreci geçirir.

Etkin ve başarılı bir epidural analjezide amaç, bacaklarınızı hareket ettirebilmenizi ya da travay sırasında ıkınabilmenizi engellemeden doğumu gerçekleştirmenizi sağlamaktır. Hatta travay sırasında ayağa kalkıp yürümenize olanak veren ilaç protokolleri ile yapılan “yürüyen epidural” olarak bilinen bir teknik söz konusudur. Ancak ayağa kalkıp doğumhane içinde dolaşmak için yeterince gücünüz olsa da birçok hastanede epidural kateter takıldıktan sonra güvenliğiniz nedeniyle buna izin verilmeyebilir.

Epiduralden uygulanan ilaçların fetus ve yenidoğana etkisi var mı?

Epidural kateterden uygulanan ilaçlarla ağrı tam olarak giderilmesine rağmen plasenta yoluyla lokal anestezikler çok az veya ihmal edilebilir miktarda fetusa geçer. Opioidler ise plasentayı geçerek fetal dolaşıma katılınca, fetal kalp hızı hafif değişebilir fakat bu kalp hızı değişikliğine bağlı bilinen ciddi bir etki yoktur.

Bebeğin anneye göre daha yavaş olmakla beraber bu ilaçları yıkma kabiliyeti vardır. Ancak anneye verilen bu ilaçların bebeği olumsuz etkilemesi beklenmez. Bebekte anneye verilen ilaçların etkisini görme şansı, doğumun zamanına göre ilaçların verilmesine bağlı değişir. Bebeğin ilaçları yıkmak için yeterli zamanı varsa çok az etki görülür. Pek çok doktor anneye verilen opioidler dahil önerilen dozlarda verilen ilaçların bebek açısından güvenli olduğunu düşünmektedir.

Anne adayı olarak size epidural nasıl yapılır?

Takipli olduğunuz hastaneye veya doğum kliniğine normal doğumunuzun beklendiği tarihte doğurmak için başvurduğunuzdatravay-doğum eyleminizin başlayıp başlamadığı ve rahim ağzınızın açıklığı kadın doğum doktorunuz tarafından kontrol edilir. Eğer ağrısız doğum isteminiz var ve yapılmasında tıbbi bir engel yoksa daha önce bilgilendirilmiş bile olsanız epidurali yapacak anesteziyolog tarafından kısaca tekrar bilgi verilerek öncelikle aydınlatılmış yazılı onamınız alınır (resim 1). Daha sonra damar yolunuz açılarak sıvı takılır ve artık aç kalmanız istenir. Bu arada kolunuza takılan tansiyon aleti manşonuyla kan basıncınız ve parmağınıza takılan prob ile de oksijen satürasyonunuz monitörize edilerek takip edilmeye başlanır. Ayrıca kadın doğum doktorları tüm travay-doğum süresince fetal kalp hızı ve rahim kasılmalarınızı da kardiyotakografla sürekli takip ederler.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği tarafından 9 haftada bir düzenlenen gebeleri ağrısız doğum hakkında bilgilendirme amaçlı sunum eşliğinde kitapçıklar dağıtılarak interaktif eğitim toplantıları yapılmaktadır. Kliniğimizde epidural kateter takılması için genellikle oturur pozisyonda bel seviyesinde orta hattan cilt bölgesinin dezenfeksiyonu ve girişim bölgesinin steril örtüyle hazırlanmasından sonra cilt-cilt altının lokal anestezik ile uyuşturulması sırasıyla başlanır (resim 1). Gebeye oturduğu yerde öne doğru eğilerek çenesini boynuna ve belini dışarı çıkarması adeta anne karnında cenin pozisyonunu alması tarif edilir. Bu pozisyonda uyuşturulmuş yerden epidural iğnesiyle girilerek kateter epidural aralığa yerleştirilerek epidural iğnesi çıkarılır ve sadece epidural-kateter sırtınıza sıkıca bantla tespit edilir. Sırtüstü yatırılır yatırılmaz gerekli testler yapılarak epidural kateterinizden lokal anestezik ve opioid içeren ilaç solüsyonu uygulanır. Epiduralden önce 0 ile 10 arasında skorla (0: hiç ağrı yok, 10: dayanılmaz en şiddetli ağrı) belirlemiş olduğunuz doğum sancılarınızın şiddetini gösteren ağrı skorunuzun yaklaşık 20 dk içinde sıfıra kadar ineceği ve travayın ilerlemesiyle zaman içinde artacağı ancak ağrı skorunuzun 0 ile 3 arasında kabul edilebilir olduğu bilgisi verilir. Böylece gebenin epidural katetere bağlanan ayarlı bir pompa aracılığıyla ağrısını düğmeye basarak alacağı ilaçlarla kontrol edeceği söylenir. Bazen de pompa olmadan yine ağrı gereksinimine göre belirlenerek kateterden manuel olarak ilaç verilebilir. Gebeye bu süreçte pelvis taban kaslarında bir miktar güçsüzlük olsa da rahim ağzı tam açılmış (10 cm) olup, doğum için ıkınmalar başlatıldığında sancılarla senkronize komutla istemli ıkınma da bir sorun olmayacağı belirtilir. Travay ne kadar uzun sürse de kateterden ağrı kesici ilaç uygulaması devam edilir. Vajinal doğum gerçekleştikten ve anne yatağına alındıktan sonra epidural kateter çekilebilir. Ancak travay ilerlemez ve sezaryenle doğum kararı alınırsa da ağrısız doğum için takılmış olan bu kateter sezaryen anestezisi için de rahatlıkla kullanılabilir. Bu durumda epidural kateterden, sezaryen sonrası ağrının kontrolünde de efektif olarak faydalanılmaya devam edilir.

Epidural kimlere yapılmaz?

Başlıca kanama-pıhtılaşma bozukluğu (koagülopati) veya geçirilmiş bel-sırt cerrahisi gibi epidural yapılmasının mümkün olmadığı durumlarda veya kesinlikle epidural istemeyen gebelere yapılmaz. Epidural yapılamayan ancak yine de travay-doğum ağrısının giderilmesi istemi olan gebelere, damar veya kas içine ağrı kesici ilaçların sistemik/parenteral uygulanması önerilebilmektedir.

Dünya Sistemik ilaç uygulaması nedir?

Damar içine (intravenöz) ya da kas içine (intramüsküler) verilen ilaçlarla, travay sırasında ağrının azaltılması ancak tamamen ortadan kaldırmadan kontrol edilmesi sistemik ilaç uygulaması olarak tanımlanır. Bu ilaçların uygulanması kararı, kadın doğum doktoru tarafından verilir ve hemşireler tarafından uygulanır. Bu amaçla kullanılan opioid (narkotik) grubu ağrı kesiciler, ağrı kontrolündeki en etkili ilaçlardır. Günümüze kadar bu grup ilaçlardan en çok meperidin, fentanil ve remifentanil kullanımı tercih edilmiştir. Genellikle tam bir ağrısızlık söz konusu olmasa da, ağrıyı körelterek doğum ağrısının dayanılır hale gelmesini sağlarlar.

Standart yolla damar içine uygulamayla ağrı yeterli miktarda kontrol altına alınamazsa, anesteziyolog bu ilaçları yine damar içine hasta kontrollü bir infüzyon pompasıyla uygulayabilir. Ağrıyı kontrol etmek için basıldığında aktif hale gelen bir düğme ile ayarlanmış belli dozda ilaç vermeye programlanmış pompa devreye girer. Ancak bir ünitede yeterli monitör olanakları ile gebeyi birebir takip edecek bir hemşire varsa bu yöntemin güvenle uygulanması mümkündür. Aksi takdirde anne adaylarına önerilmez. Bu uygulamanın en önemli dezavantajları arasında sersemlik ve uyku hali, solunumun yüzeyelleşmesi yanında bulantı-kusma, kaşıntı, kabızlık ve idrarın birikmesi vardır. Emzirmede başlangıçta bir miktar gecikme veya zorluk yaşanabilir.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji Anabilim Dalı’nın özelleşmiş ağrısız doğum ekibi olarak başta epidural olmak üzere rejyonal analjezi/anestezi tekniklerini güvenli bir seçenek olarak anne adaylarımıza sunmaya çalışmaktayız. Ayrıca ağrısız doğum ve sezaryen anestezisi hakkında tüm bilmek istediklerinizi öğrenebilmeniz amacıyla anne adaylarına yönelik hazırlanmış olan http://www.painfreebirthing.com/turkishindex.htm web sitesinde daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Ancak doğumunuzu planlamadan önce kontrolünde olduğunuz kadın doğum ve anestezi ekibiyle görüşüp, sorularınıza yanıt bulmanızda yarar vardır. Sizleri ağrısız doğum ve sezaryen anestezisi hakkında bilgilendirmeyi amaçladığımız bu yazının hepinize faydalı olmasını dileriz. Her gebe kadın doğumu kendince farklı yaşarsa da, doğum öncesinde ve sırasında uyumlu olmak çok önemlidir. Böylesi hem sizin hem de bebeğiniz için yararlı olacaktır. Bu doğum yolculuğunda hepinize bol şans dileriz.

Vitiligo

Uz. Dr. Sevgi Sönmezer

Vitiligo, derinin renginden sorumlu melonoritlerin yıkımına bağlı olarak gelişen beyaz renk değişikliğidir. Halk arasında ALA hastalığıda denir. Kişilerin ellerinde, yüzlerinde beyaz lekeler şeklinde görülür. Nüfusun % 1‘ inde görülür. Hastaların yarısı 20 yaşın altındadır. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte; ırsi, immünolojik, sinirsel ve çevresel etkenler üzerinde durulmaktadır.

Vitiligolu hastalar genellikle hastalıklarının başlangıcını spesifik bir yaşam olayına, krize veya hastalığa bağlayabilirler. Ruhsal ve fiziksel bir travmadan sonra vitiligonun meydana gelmesi sık rastlanan bir durumdur. Stres yükünü arttıran işten ayrılma, bir yakınının kaybı, kaza, hastalık gibi sebepler vitiligoyu başlatabilmektedir. Isı ve ultroviyole ışını, basınç gibi fiziksel travmalarda hastalığı başlatır.

Vitiligo belirgin olarak; pernisyöz anemi, hashimato tiroiditi, diabet, addison hastalığı, pelad, lupus…. gibi otoimmün hastalıklarla da birlikte görülebilir. Fakat vitiligonun seyri bu hastalıklardan bağımsızdır.

Çocuklukta başlayanlarda daha belirgin olmak üzere hastaların yaklaşık % 30‘ unda ailede başka bir vitiligolu hasta vardır.

Hastalığın tanısında wood ışığı muayenesi ve punch biyopsi yardımcı olur.

Hastaların % 20 – 30‘ u uzun bir süre sonra da olsa kendiliğinden iyileşebilir. Vitiligolu hastaya yaklaşımda hastalığın bulaşıcı olmaması gibi özellikleri, seyri,ve tedavi seçeneklerinin anlatılması önemlidir. Tiroid fonksiyon testleri, tiroid otoantikonları araştırılabilir. Vitiligolu deri ultraviyole ışınlarına duyarlıdır ve güneş yanığı kolay oluşur. Özellikle açık bölgelerdeki lezyonlara güneşli ortamlarda mutlaka güneşten koruyucu kremler uygulanmalıdır.

Kortizonlu kremler, pimekrolimus krem, ışın tedavisi, ağızdan alınan ilaçlar tedavide kullanılır.

Immunoterapi ve psikoterapi de tedavide çok yardımcıdır. Hastaların vücut dirençleri yükseltilmeli, psikolojileri düzeltilmelidir…

El Terlemesi Bizi Ne Kadar Etkiliyor?

Prof. Dr. Berkant ÖZPOLAT
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Göğüs Cerrahisi Kliniği Öğretim Üyesi

Tıpta palmar hiperhidrozis olarak tanımlanan ellerde aşırı terleme hastalığı, çocukluk hatta bebeklik dönemlerinde başlayan patolojik bir durumdur ve genç popülasyonda yaklaşık %1 lik prevelansa sahiptir. Terleme fizyolojik yani normal bir durum olsa da aşırı terleme fiziksel ve ruhsal birçok sıkıntıyı beraberinde getirebilmektedir. Ailelerin gözünden kaçabilen veya önemsenmeyen bu durum çocuğun sosyal hayatını, derslerde olan başarısını ve öz güvenini etkileyebilmektedir.

Terleme vücudun ısı dengesini ayarlayan bir yöntemdir.Doğuştan getirdiğimiz ve çoğu zaman genetik olan özellikler, her insanda terleme miktarını ve terleyen bölgeleri belirler. Tıbbın patolojik kabul ettiği şey terleme değil, aşırı terlemedir. Altta yatan bir organik bir hastalık olmadan bölgesel olarak aşırı terleme “primer lokal hiperhidrozis” olarak adlandırılmaktadır. Yüz, saçlı deri, ense bölgesi, koltuk altları ve eller gövdenin üst kısmındaki aşırı terlemenin en sık gözlendiği bölgelerdir.

Ortamın fazla ısısı yanında heyecanlanma, kızgınlık, endişe benzeri duygusal bir uyarı, bazen kışın ortasında bile kişinin terlemesine neden olabilir. Benzer şekilde, herhangi bir fiziksel aktivite yapılmasa dahi, yüz, koltuk altı ve ellerde zaman zaman damlama şeklinde aşırı terleme görülebilir. Terlemenin yarattığı stres, terlemeyi daha da artırmakta ve ortamdan veya stresörden uzaklaşılmadığı sürece bu kısır döngü devam etmektedir.

El terlemelerinde kişilerin genellikle 12-13 yaşlarında muayeneye getirildiğini görmekteyiz. Bu yaşlarda ortak sorun sınav kâğıtlarının ıslanmasıdır. Ebeveyn ve öğretmenler çocuğun ellerini sınav esnasında, havlu, peçete benzeri yöntemlerle kurulamaya çalıştıklarını, hatta annelerin çocuklara bezden eldiven yaptıklarını görmekteyiz. İleri yaşlarda ise hastalar özellikle tokalaşırken veya el ele tutuşurken sıkıntı yaşamaktadırlar. Koltuk altı terlemesi ise genellikle ergenlik yaşından sonra artmakta ve hastanın hayatı boyunca devam edebilmektedir.

Primer bölgesel terleme tanısı konulabilmesi için terlemenin,

  1. Bölgesel olması,
  2. Gözle görülebilir derecede olması,
  3. Altta yatan başka bir neden olmadan en az 6 aydır devam etmesidir.

 

Bunlara ek olarak şu kriterlerden en az ikisini bulunması gereklidir.

  1. İki taralı ve simetrik olması,
  2. Kişinin günlük aktivitelerde sorunlara yol açması,
  3. Her hafta en az bir kez olması
  4. 25 yaşından önce başlamış olması,
  5. Ailede benzer hikayenin olması ve uykuda terlemenin kesilmesidir.

 

El terlemesi genellikle bebeklik döneminde başladığı aile tarafından fark edilmektedir, koltuk altı ve yüz terlemesi ile birlikte de görülebilmektedir. Özellikle koltuk altı bölgesinin eklenmesi görüntü dışında istenmeyen ve çoğu zaman engellenemeyen ter kokusuna da neden olmaktadır. Gelişme çağında olan bireyde utanma duygusunun başlaması kendini öncelikle arkadaş ortamından soyutlama ilk gözlemlenen sorunlar olmaktadır.

Doktora hangi durumlarda gidilir ve ne kadar fayda sağlanabilir?

Yukarda sayılan bu kriterlere uygun hastalar medikal ve cerrahi tedaviden fayda görmektedirler. Medikal tedavide uygulanan yöntemler bölgesel ve sistemik olarak ikiye ayrılabilir. Ter kesici antiperspirantlar (roll-on, sprey, solüsyon, krem) en sık kullanılan bölgesel yöntemlerdir. Bunların bir kısmı değişik konsantrasyonlarda alkol veya metalik maddeler (aluminyum klorid vs.) içermektedirler. Bazı bünyelerde ciddi tahriş ve ciltte geri dönüşümsüz renk değişikliklerine (kararma) neden olabilirler.

Eller ağza veya göze değdiğinde tatları acıdır ve tüm mukozada olduğu gibi gözde de irritasyona (acıma, yanma, sulanma) neden olur. Diğer bir yöntem olan iyontoferez, bir kap içinde ellere düşük voltajlı bir akım uygulanması ile ter salgısının azaltılması, engellenmesine yönelik bir yöntemdir. Günümüzde en sık başvurulan diğer bir yöntem botox olarak adlandırılan botulinum toksin A nın terleyen vücut bölgelerine injeksiyonudur. Ellere uygulanması oldukça can yakıcıdır ve terleme tam olarak kesilememektedir.

Koltuk altı uygulamaları daha başarılıdır.

Yukarıda belirtilen bu tıbbi yöntemlerin ne yazık ki hiçbiri kalıcı değildi. Botox injeksiyonu en çok 4-6 ay sonrası etkinliğini yitirir ve antiperspiran ve iyontoferez diğerleri günlük çözüm sağlayabilir.Bölgesel terlemeler olan el, koltuk altı ve yüzdeki aşırı terlemelerin tedavisinde kalıcı çözüm %95 üzeri hasta memnuniyeti ile cerrahi tedavi yöntemidir. Tüm dünyada bu ameliyatlar Göğüs Cerrahları tarafından yapılmaktadır. Ameliyat günümüzde tek porttan (tek giriş deliği) yarım santimden küçük bir delikten kamera yardımı ile yapılan, VATS olarak adlandırılan bir yöntemle yapılmaktadır. Ameliyat sempatik zincir ve ganglion denilen aşırı uyarı vererek terlemeyi artırdığı kabul edilen sinirlerin iptal edilmesi temeline dayanmaktadır. Bu işlem sinirin klipsle sıkıştırılması veya ablasyon yöntemleri ile yapılmaktadır. Ameliyat süresi ve ameliyat sonrası toparlanma süresi oldukça kısadır. Hastalar genellikle aynı gün taburcu edilmektedir.

Ameliyat sonrası terleyen bölgenin terlemesi kesildikten sonra vücudun sırt, bel göğüs benzeri herhangi bir bölgesinden terleme %6 civarında görülebilmektedir. Birçok hasta bu bölgelerden olan terlemeleri önemsememektedir.

Ameliyat olmaya karar veren hastalarımızın büyük bir kısmı daha önce ameliyat olan tanıdık ve yakınlarının memnuniyeti sonrası kliniğimize başvurmaktadır. Tüm hastalar multidisipliner bir şekilde farklı Anabilim Dallarının değerlendirmesi sonrası, bir-iki gün süren tetkik ve tahliller yapıldıktan sonra uygun olan vakalar seçilerek ameliyat planlanmaktadır. Bu sayede işlemin başarısı ve hasta memnuniyeti artmaktadır.

Terlemeye yönelik medikal veya cerrahi için başvurabileceğiniz Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesi, Türkiye’nin dört bir yanından, hatta yurtdışından başvuran hastalara tedavi seçenekleri sunmaktadır.

Sağlıcakla kalın…

Bel Fıtığı Nedir?

bel-fitigi

Op. Dr. A. Feridun KUNAK

Ortopedi ve Travmatoloji -Akupunktur Uzmanı

Bel kemiklerinin arasında bulunan kıkırdak yastıkçıklarının kayması sonucu bel bölgesindeki sinire baskı yaparak bele ve bacağa vuran ağrılardan oluşmaktadır. Belimizde 5 adet omur kemiği vardır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Bel fıtığı,beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin fıtıklaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.

Bel Fıtığının Belirtileri Nasıl Anlaşılır?

Bilindiği gibi bel ve bacak ağrısı en belirgin şikayetlerdendir. Zamanla bacaklarda uyuşma ve kuvvet kaybı görülür. Daha önce yaptığı hareketleri yapmada zorlanma da ve hareket kabiliyetinin kısıtlanması ve yürürken topallama gibi şikayetleri olabilir. Hastalık ilerledikçe idrar ve büyük abdestini tutamama veya yapamama, bacaklarda felce doğru gidiş olabilir. Hastalığın bu derece ilerlemesine izin verilmeden tedavisine başlanmalıdır. Tabi ki doktor kontrolünde yapılmalıdır. Halk arasında bilinen,bilinçsizce yapılan bel çekme diye tabir edilen işlemlerden uzak durmak gerekir.

Bel Fıtığının Teşhisi Nasıl Konulur?

Bel ve bacak ağrısı olan her hastaya mutlaka bel fıtığıdır diyerek yaklaşmamak gerekir. Bel fıtığına benzeyen bir çok hastalık vardır. Spor yaralanmalarından, romatizmaya, enfeksiyon hastalıklarından kansere kadar pek çok hastalık bel veya bacak ağrısıyla ortaya çıkabilir. Bu nedenle öncelikle teşhisin ne olduğu hakkında net bir bilgiye sahip olmak gerekir. Tedavide başarılı olabilmek için öncelikle doğru teşhis çok önemlidir. Bel fıtığını teşhis etmekte. Manyetik rezonans görüntüleme metodu ile röntgen önemli rol oynamaktadır.

Devamını okumak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

İdeal Saç Bakımı Nasıl Olmalıdır?

ideal-sacProf. Dr. Ülker GÜL

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı

Saçlar saçlı deriyi dış etmenlerden koruma, termoregülasyonu sağlama gibi birçok fonksiyonu bulunan deri ekleridir. Ancak genellikle insanların en önemli doğal aksesuarlarından biri olarak değerlendirilir. Başka bir nedenle muayene için başvuran olgularda sıklıkla saç ile ilgili sorunlar yakınma olarak dile getirilir. Kimi çok yağlı olduğundan, kimi ince olduğundan şikayet eder. Herkes saçlarının sağlıklı, parlak ve dolgun görünmesini arzu eder. Dermatolojik muayenelerin ya da danışmaların çoğunda kişiler saçlarının iyi görünmesi için, şampuan önerisinde bulunmamızı isterler. Birçok kişi de reklam ve bazı kişilerin önerileri doğrultusunda ciddi harcama yaparlar. Ancak bilinmelidir ki, ‘saç bakımı’ kişiye özeldir ve sadece ürün kullanmak sorunu çözmez; yani arzu edilen güzel görünümü sağlamaz. Hiçbir işlem uygulanmamış bir saçta güzel görünümü sağlayan bir ürün, bir veya birden fazla işlem uygulanmış bir saçta hedeflenen etkiyi yaratmayacaktır. Bu nedenlerle kişiye uygun saç bakımını önerebilmek için saça etki eden faktörlerin iyi bilinmesi gerekir:

• Kişinin doğal saç özellikler: Normal/kuru/yağlı ya da ince/kalın gibi.

• Şekillendirici kozmetik ürün (jöle, saç spreyi, biryantin gibi) kullanımı ve sıklığı

• Fiziksel şekillendirme (ısı ile dalgalandırma veya düzleştirme) tercihi ve uygulama sıklığı

• Kimyasal şekillendirme (Düzleştirme ve perma) varlığı ve sıklığı

• Renk uygulamaları (renk açma, boyama gibi) varlığı ve sıklığı

• Saçlı derinin özellikleri: Kuru, yağlı, kepekli, seboreik dermatitli gibi.

• Yaşadığı iklimin özellikleri: Rüzgarlı hava, kuru hava ya da soğuk/ sıcak/ nemli ortam gibi

• Güneş teması

• Yaşam alışkanlıkları: Hergün yüzme havuzunda yüzme, denize girme gibi

• Yıkama sıklığı

• Kullandığı şampuanın özellikleri

• Kurutma şekli

Devamını okumak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.